Arter, 15 Eylül 2021 – 17 Nisan 2022 tarihleri arasında küratörlüğünü Selen Ansen’in üstlendiği Candeğer Furtun‘un altmış yıla yayılan üretimini kapsayan ve sanatçının seramiğe dair özgün yaklaşımlarını sunarken pratiğinin yaşamsal, felsefi, tarihsel, toplumsal ve siyasi sorunsallardan beslenen katmanlarına da ışık tutan ilk retrospektif sergisine ev sahipliği yapıyor.
Yaklaşık üç yıla yayılan bir hazırlık sürecinin ardından açılan ve sanatçının retrospektif niteliğindeki ilk sergisi olma özelliğini taşıyan sergi, sanatçının 1960’lı yıllardan bu yana ürettiği seramik ağırlıklı heykellerden ve nesnelerden oluşan geniş bir seçkiyi üretim süreçlerine eşlik eden arşiv malzemeleriyle buluşturuyor.
Candeğer Furtun retrospektifi, sanatçının zengin form ve doku dünyasını yansıtan yüzden fazla yapıtını, atölyesindeki araştırma ve üretim süreçlerine yakından tanıklık eden arşiv malzemeleriyle bir araya getiriyor. Furtun’un sergide yer alan yapıtları seramiğe yeni bir yön veren Bauhaus, Konstrüktivizm veya Soyut Dışavurumculuk gibi akımlarda ifadesini bulan özgürlük ivmesini yansıtmakla kalmıyor, varoluşsal bir yaklaşımla ele aldığı çağdaş seramiğin sınırlarını da genişletiyor. Böylelikle, sanatında tesadüflere de izin vererek doğal süreçleri yapıtına dahil eden ve toprağı özgür bırakan Furtun’un, 1960’larda önemli bir dönüşüm geçiren seramik sanatına katkıları ziyaretçilerin deneyimine açılıyor.
Sanatçının seramikten ve kendi üretiminden bahsederken sıklıkla referans verdiği “kabuk” kavramı etrafında kurgulanan sergi, Furtun’un sanatında biçimsel ve düşünsel bir öneme sahip doğa ve beden temalarını odağına alıyor; “Doğayı izlerken bile, her kabukta, tohumda, taşlarda insan figürleri gördüğünü” belirten sanatçının doğayla beden arasında kurduğu ilişkileri ve oluşturduğu geçiş olanaklarını vurguluyor. Doğanın süregelen yıkımını ve insanın doğayı ötekileştirerek sebep olduğu ekolojik ve toplumsal felaketleri sıklıkla vurgulayan Furtun, bu karanlık gidişata kendi pratiği ile doğa arasında bir yakınlık, hatta bir içkinlik ilişkisi inşa ederek karşılık veriyor. Furtun’un 1960’lar ve 1970’lerde yarattığı, organik hatlar benimseyen heykelleri, doğadaki mevcut formların taklidine dayanan geleneksel mimetik bir yaklaşımdan ziyade, analojik bir ilişkilenme biçimini benimsiyor. 1980’ler, 1990’lar ve 2000’lerde ürettiği serilerinde parçaları üzerinden öne çıkan insan bedeni ise varlığımızı eksiklik ve sonluluk üzerinden düşünmeye çağırıyor. Sergide bir eşik işlevi gören “kabuk” kavramı, sanatçının yarattığı formlarda vücut kazanan iç/dış, boşluk/doluluk, soyut/somut, parça/bütün ve tekillik/çoğulluk gibi dinamiklere de işaret ediyor.
Arter’in giriş ve -1. kat galerilerine yayılan sergi, kronolojik bir güzergâhın izini sürmenin yanı sıra ziyaretçileri, sanatçının altmış yıla yayılan üretimini formların uğradığı evrim ve renk merceğinden deneyimlemeye de davet ediyor. Bu deneyim alanı toprak ve sonbahar tonlarının hâkim olduğu erken dönem soyut eserlerden başlayıp Furtun’un 1980’lerden itibaren daha somut bir dil ile üretmeye başladığı bacak, kol, el ve gövde serilerinde mevcudiyet kazanan ten rengine kadar uzanıyor. Candeğer Furtun sergisi bir araya getirdiği yapıtlarla işlevselliğinden arınmış nesnenin sanatsal boyutunu temsil üzerinden değil, yaşam ve yaşamın içkin bir parçası olan ölümle yakın teması aracılığıyla düşünmeye teşvik ediyor.