Depo, 12 Mayıs – 2 Temmuz 2022 tarihleri arasında Hakan Topal’ın Canlıların Geçici Meclisi başlıklı kişisel sergisine ve Manuel Çıtak’ın islomania başlıklı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor.
Topal’ın projeleri toplumsal ve sanatsal araştırmaya başvururken, üretim pratiği sanat, teknoloji, hukuk ve eleştirel sorgulamanın kesişiminde yer alıyor. Geçtiğimiz yirmi yıldaki üretimi olağanüstü hâl bölgelerinden neoliberal dönüşümlere, ekolojik yıkıma ve Türkiye’de, özellikle Anadolu’da uzun zamandır süregiden meselelere odaklanıyor. Canlıların Geçici Meclisi, Türkiye’de daha önce gösterilmemiş, birbiriyle ilintili üç projeyi bir araya getiriyor. Ölü Doğa (2012-16)*, Roboski ailelerinin sessiz video portrelerinden oluşan belge nitelikli kavramsal bir video. Yapıt, durağan imgeler aracılığıyla, devletin devam eden taciz ve şiddetinin yanı sıra adaletsizliğin karşısında kurban yakınlarının siyasi gücünü vurguluyor.
Toprak.Su.Kül., I ve II (2014, 2022) iki performatif video ve bir yerleştirmeden oluşuyor. Yapıt, Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin özelleştirilmesine karşı Yatağan termik santralinde işçilerin başlattıkları grev ve eski zamanlardan kalma ormanlık araziyi imha eden kömür madenine karşı devam eden İkizköy Direnişi sırasında üretilmiş. Bu proje sahnelenen gösterileri sunarken, bazı görünür çelişkileri araştırıyor, izleyiciyi canlı ve canlı olmayan varlıkların haklarını birlikte düşünmeye davet ediyor.
Altın Kafes (2022) Orta Doğu’nun göçmen kuşlarından biri, nesli tükenmekte olan kelaynaklardan yola çıkan bir yerleştirme. Palmira DAEŞ’in eline geçtiğinde, Kuzeydoğu Afrika’dan Birecik’e göç eden kelaynak kolonisi tümden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. 2016’nın Mart ayında, Birecik Kelaynak Üretim İstasyonu kuşları korumak için, koyuldukları kafeslerden bırakmama kararı aldı. Bu merkez 1970’lerin sonlarından bu yana yarı-yabanıl bir popülasyonu barındırmakta. Altın Kafes bölgedeki sonu gelmez felaketlerin ortasında yaşanan bir dizi kapatılmaya referans veriyor; son derece ulusallaştırılmış bir yeryüzü parçasına dağılmış eserler, harabeler, su kütleleri ve organizmalar üzerine şiirsel bir soruşturma. Devletin beden bulmuş bir sembolü olarak kafes, sınırlar, göçler, düşülen tuzaklar ve tercüme edilemezlik hakkında yeni çağrışımlar yaratmak üzere, birkaç dile çevrilmiş bir metin aracılığıyla canlandırılıyor.
*Ölü Doğa, kısmen Prince Claus Kültür ve Kalkınma Fonu’ndan sağlanan araştırma fonuyla üretilmiştir. Proje Roboski köyünden 34 gence ithaf edilmiştir.
Manuel Çıtak’ın Depo’da gerçekleşecek kişisel sergisi islomania, adını ilk olarak yazar Lawrence Durrell’in Reflections on a Marine Venus (1953) isimli kitabında kullandığı ve bir hastalık olarak tanımladığı “ada sarhoşluğu”ndan alıyor. Durrell’e göre bu hastalıktan muzdarip olan insanlar, etrafı denizle çevrili küçük bir dünya üzerinde oldukları bilgisiyle bile tanımlaması güç bir sarhoşluğa adım atarlar. Türkçe’de henüz resmi sözlükte yer almayan “islomania”, Durrell’in ilk kullanımından onlarca yıl sonra bugün artık kent hayatından bunalan, ekolojik yıkıma karşı durmak için şehirden kaçarak doğaya daha yakın yaşamaya başlayan insanların ruh halini de tanımlayan bir hale dönüşüp daha farklı anlamlar da kazanmış durumda. Küratörlüğünü Geniş Açı Proje Ofisi’nden Refik Akyüz ve Serdar Darendeliler’in üstlendiği islomania, bugüne dek belgesel fotoğraf tarzında ürettiği siyah-beyaz işleriyle bilinen Çıtak’ın hem biçimsel hem de anlatısal olarak yeni bir arayış içerisine girdiği yakın dönem fotoğraflarından oluşuyor.
Çıtak’ın ilk kişisel sergisi olan islomania’daki işleri doğanın el değmemişliği ve azametini gösteren, adanın “dışarı kapanmışlık” hissini kuvvetlendiren genel manzaralar; büyük boşluklarda adeta ölçeği belirleme görevi üstlenmiş insanlar veya başka canlıların doğayı izlediği, “zamanın durduğu” fotoğraflar ve fotoğrafının çekildiğinin farkında olan veya olmayan insanların doğayla tek vücut olduğu daha yakın plan “arınma” fotoğrafları olarak gruplandırmak mümkün. Çıtak’ın daha önceki işlerinde pek görmediğimiz ama doğanın içinde olmayı daha iyi vurgulaması için de kullanılan renk öğesi ve geniş panoramalar, fotoğraflarına yeni bir boyut ekliyor. Tesadüfen bulunduğu yurtiçi ve yurtdışındaki birkaç adadaki benzerliklerden yola çıkarak kendisini de dönüştüren bir arayış içerisine giren Çıtak, islomania’da artık sadece bir gözlemci değil kendisinin de paylaştığı bir duygu durumunu da yansıtan bir yaklaşım sergiliyor. Her şeyden izole yaşamlar, sade ama etkileyici coğrafyalar, doğanın tam içinde olma ve kendini bu sükûnete bırakma hali, ister insansız geniş manzaralar ister doğayla bütünleşen insanlar olsun, bu serideki tüm fotoğraflara sirayet ediyor.