kültür.limited 2023 yılı sonunda 8 yıllık yayın hayatını sonlandırmıştır. Site, bir arşiv işlevi görmesi için açık bırakılmıştır.

Gelecek ancak geçmişin sahiplenilmesi ile yaşanabilir*: Müze Gazhane

16 Temmuz 2021

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kentin ve toplumun belleğinde yer etmiş, yüz yıldan fazladır ayakta duran bir kültür mirasını ve onun hafızasını korumadan, öğrenimlerini dökümante etmeden gelecek nesillere aktarmak mümkün mü? Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı’nı ‘İBB Miras’ adıyla ‘miras’ kavramına ve bu alandaki çalışmalara odaklayan İBB, kültürel mirası sadece renovasyon/restorasyon olarak mı görüyor, yoksa kent hafızası ve kültürel bellek de ‘miras’ımızın bir parçası mı? 

Müze Gazhane, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 9 – 11 Temmuz hafta sonunda, tam anlamıyla üç gün üç gece süren bir program ile açıldı. İlk gün protokol açılışının ardından ikinci gün Gazhane Çevre Gönüllüleri ve mahalle sakinlerini ağırlayan mekân, üçüncü gününde ise biz kültür profesyonellerine ev sahipliği yaptı. Ben de bir kültür yöneticisi ve eleştirmen olarak açılışın ertesi günü Twitter’da uzun bir zincir ile ilk gözlemlerimi yazdım. Bu zincire gelen olumlu eleştiri ve yorumların ardından ise gözlemlerimi, düşüncelerimi ve hayallerimi daha detaylı bir şekilde yazıya dökmeye karar verdim.

Önce takvimleri biraz geri saralım. 1892 yılında Anadolu Yakası’nın havagazı ihtiyacını karşılamak için hizmete giren Hasanpaşa Gazhanesi, 1993 yılında doğalgazın kullanılmaya başlanmasıyla  kapatılarak atıl hâlde bırakıldı. 90’lı yılların ortasından itibaren ise farklı aktörler Gazhane’nin geleceğini belirlemek için yıllarca uğraş verdi. Mimarlar Odası’nın başlattığı hukuk mücadelesi, Kadıköy Belediyesi’nin yürüttüğü koruma projeleri ve aralarında belki de en önemlisi olan Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin verdiği sivil mücadele ve dayanışma. “Gönüllülerin mekâna ve buraya ilişkin kamusal duyarlılık yaratma çabası, endüstri mirasının en özgün örneklerinden olan bu açık alana ilişkin hayaller ve düşünceler üretmelerini beraberinde getirir.” 1998’de yasal muhataplık sorunlarını aşmak için ‘Gazhane Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi’ni kuran Gazhane Çevre Gönüllüleri, bu tarihten itibaren Gazhane’nin geleceğinin kurumsal ölçekte takipçisi olmaya başlar. Bu süreçte Gazhane Çevre Gönüllüleri, ayrıca Hasanpaşa Gazhanesi Kültür ve Sanat Merkezi Alternatif Stratejik Yönetim Modeli Projesi’ni de hayata geçirir. Bu tarihten sonra ise Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin çabası ile İTÜ Mimarlık Fakültesi tarafından yapıların tescillenmesi sağlandı ve sonrasında hazırlanan restorasyon, yeniden işlevlendirme ve çevre düzenlemesi projesi Koruma Kurulu tarafından 2014’te onaylandı ve eski İBB yönetimi tarafından çalışmalar başlatıldı. Ben de bu karardan çok kısa bir süre sonra, 2015 yılında Gazhane’nin arka sokağına taşındım. Beş yıl boyunca her gün Gazhane’nin önünden geçtim, belediyenin, proje sahiplerinin, gönüllülerin mücadelesinin son dönemde birinci elden tanığı oldum. Gazhane’nin fırınına tepeden baktığım salonumun penceresinden bir gün orada gezeceğim sergileri, katılacağım konuşmaları ve tabii ki eğleneceğim günleri hayal ettim. Ancak beş yıl boyunca pek de bir şey değişmedi. Proje ilerledi ancak restorasyon bitmedi, Gazhane’nin kaderinin ne olacağı belirlenmedi. Takvimler 2019 yılını gösterdiğinde ise İstanbul’da beklenmedik bir şey oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde uzun yıllar süren AKP dönemi sona erdi ve seçimi CHP’li Ekrem İmamoğlu kazandı. İmamoğlu’nun seçilmesiyle birlikte İstanbul’un hem genel stratejisinde hem de günlük akışında kentsel plânlama ve kültüre katılım gibi konularda gözle görülür bir değişiklik ve gündemler olmaya başladı. İstanbul Planlama Ajansı’nın kurulması, İstanbul Kültür Sanat Çalıştayı’nın (ve daha birçok çalıştayın) düzenlenmesi, İstanbul Kültür Sanat Platformu’nun kurulması, İBB ve iştiraklerinin kadrolarına sektörden ardı ardına işi bilen kişilerin atanması… İBB, bu süreçte her ne kadar eksik anlasa da ‘katılımcı’ ve ‘şeffaf’ bir yaklaşım benimsemeye ve ‘adil, yeşil ve yaratıcı İstanbul’ için yeni bir şeyler denemeye çalıştı. Ancak Müze Gazhane örneği, bize ilk elden gösterdi ki, ‘katılımcı’ ve ‘şeffaf’ yaklaşım, beraberinde bir stratejik tasarım ve öznelerin dâhiliyeti olmadan ne yazık ki sadece sözde kalıyor ve yeterli olmuyor.

Müze Gazhane’yi anlatmaya adıyla başlayalım. 1946’da kurulan Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM), ‘müze’ tanımını şöyle yapıyor: “Müze, insanlığın ve çevresinin somut ve somut olmayan mirasını eğitim, çalışma ve eğlence amacıyla bir araya getiren, koruyan, araştıran, ileten ve sergileyen, topluma ve gelişimine hizmet eden, kâr amacı gütmeyen, kalıcı bir kurumdur.” ICOM’un 2019 yılında tartışmaya açtığı yeni ‘müze’ tanımı ise şöyle: “Müzeler, geçmiş ve gelecek hakkında eleştirel diyalog için demokratik, kapsayıcı ve çok sesli alanlardır. Günümüzün çatışmalarını ve zorluklarını kabul ederek ve ele alarak, eserleri ve örnekleri toplum için güven içinde tutarlar, gelecek nesiller için çeşitli hatıraları korurlar ve tüm insanlar için eşit haklar ve mirasa eşit erişimi garanti ederler. Müzeler kâr amacı gütmez, katılımcı ve şeffaftırlar. İnsan haysiyetine ve sosyal adalete, küresel eşitliğe ve gezegenin refahına katkıda bulunmayı amaçlayan dünya anlayışlarını toplamak, korumak, araştırmak, yorumlamak, sergilemek ve geliştirmek için çeşitli topluluklar ile ve onlar için aktif ortaklık içinde çalışırlar.” Bu tanımlara baktığımızda Müze Gazhane’nin özellikle ‘geçmiş ve gelecek hakkında eleştirel diyalog’ ve ‘çeşitli topluluklar ile ve onlar için aktif ortaklık içinde çalışırlar’ gibi alanlarda sınıfta kaldığını söylememiz mümkün. ‘Müze’ tanımından yola çıkarken özellikle üstünde durmamız gereken en önemli konu Müze Gazhane’nin bir ‘müze’ olarak geçmişten neyi koruduğu, sakladığı, hangi hatıraları ve örnekleri geleceğe aktardığı, kimi ne üzerine eğitmeyi hedeflediği, hangi topluluklarla birlikte yürüdüğü, bütün bunları yaparken sürece kimleri kattığı ve hangi konuda şeffaf olduğu. Müze Gazhane’yi bu başlıklar üzerinden değerlendirirken ortaya çıkan en büyük kopukluk, kuşkusuz Gazhane’nin neyin ve kimin hikâyesini anlatmayı seçtiği oluyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ve Türkiye’nin yakın tarihine, kentin ve toplumun belleğinde yer etmiş, yüz yıldan fazladır ayakta duran bir kültürel mirası ve onun hafızasını korumadan ve öğrenimlerini dökümante etmeden gelecek nesillere aktarmak mümkün mü? ‘İBB Miras’ adıyla ‘miras’ kavramına ve bu alandaki tutkularına odaklanan İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı, kültürel mirası sadece renovasyon/restorasyon olarak mı görüyor, yoksa kent hafızası ve kültürel bellek de ‘miras’ımızın bir parçası mı? 

Müze Gazhane, kamu tarafından bir yaratıcı kampüse dönüştürülmüş nadir endüstriyel miraslardan olsa da, İstanbul’da (ve hatta Türkiye’de ve yurt dışında) geçmişte yapılan örnekleri incelemek, iyi yönlerini anlamak, geliştirilebilecek alanlarını keşfetmek ve öğrenimlerini bu sürece aktarmak mümkündü, ama bu kaçırılmış bir fırsat olmuş. Eski Silahtarağa Elektrik Santrali’nin santralistanbul’a, Tarihi Bomonti Bira Fabrikası’nın bomontiada’ya ve Sümerbank Deri ve Kundura Fabrikası’nın Beykoz Kundura’ya dönüşümü bu anlamda ilk etapta aklımıza gelen örnekler. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde okumamdan mütevellit, 2007 – 2013 yılları arasında santralistanbul’da ve hâlen ATÖLYE’deki işimden dolayı 2016 yılından beri de bomontiada’da uzun vakitler geçirdiğim için bu alanları yerinde gözlemleme ve ister istemez karşılaştırma yapma şansını buluyorum. Santralistanbul, Eski Silahtarağa Elektrik Santrali’ni bir ‘Enerji Müzesi’ kurarak ve etrafında sergi, eğitim programı ve dükkân gibi fonksiyonlar konumlandırarak yaşatmaya devam ediyordu. Bomontiada, bira üretimini The Populist ile devam ettirirken özellikle 2015 – 2017 yılları arasında fabrikanın tarihine ve Bomonti’ye yönelik birçok sözlü tarih çalışması, sergi ve etkinlik yapıldığını da hatırlıyorum. Beykoz Kundura ise Kundura Hafıza programı ve yeni açtığı “Kundura’nın Hafızası: Bir Fabrikaya Sığan Dünya” sergisi ile bu alanda önemli ve detaylı bir sözlü tarih ve arşiv çalışmasını yıllardır sürdürüyor. Peki bu noktada Müze Gazhane bize İstanbul’daki havagazı tarihini ve Gazhane Çevre Gönüllüleri ile gelen sivil inisiyatif ve katılımcı pratikleri anlatmayı neden es geçti? 2017 yılında ATÖLYE olarak yayınladığımız ve benim de editörlüğünü üstlendiğim “Önce Komünite Sonra Mekân” başlıklı makalemizde en çok dikkat çeken cümlelerden biri şuydu: “Ortak değerler üzerinden bir komünite kurun, daha sonra onların gereksinimlerini karşılayacak mekânı oluşturun.” Peki Gazhane, hâlihazırda 26 yıl gibi uzun bir süre boyunca bir araya gelmiş, ortak değerleri, kaygıları, tarihi, emekleri, amaçları olan bir topluluğa sahipken, bu topluluğu bir dinamo olarak kullanmak yerine neden bambaşka bir yöne gitmeye karar verdi? Gazhane Çevre Gönüllüleri, 26 yıl boyunca Koruma Kurulu’ndan Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’ne, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden Kadıköy Belediyesi’ne bölge ilkokullarından üniversitelere kadar birçok kurumla katılımcı bir süreç tasarlayıp yürütmüşken, yıllar içerisinde festival, şenlik, sergi, gezi, konuşma, panel, atölye, yarışma gibi onlarca etkinlik yapmışken, Müze Gazhane bütün bu paydaşları neden ve nasıl dışarıda bıraktı? Müze Gazhane, Gazhane’nin kendi tarihini aktarmadan neden ‘iklim’ ve ‘karikatür’ gibi konulara alan açıyor? Haydi gelin bu soruları hep birlikte teker teker soralım.

İklim Müzesi bize ne söylemek istiyor?

Müze Gazhane’nin adının müze olması, belki de içindeki müzeler hatrına. Gazhane, ilk başta ‘enerji müzesi’ olarak projelendirilmişti, ancak yeni İBB yönetimi bir yıl önce rota değiştirerek burada bir ‘iklim müzesi’ açmaya karar verdi. İBB ekibinden Merve Ala, Gazete Kadıköy’e verdiği röportajda burada bir İklim Müzesi açılması kararını şöyle açıklıyor: “Burası kömür yani fosil yakıttan gaz üretilen bir endüstri tesisiydi. Ama dünyada tüm gündemlerin önüne geçebilecek bir konu var aslında; iklim krizi. Buradaki böyle kompleks bir yapının, iklim sorunun konuşulabileceği bir yer olmasını istedik.” Peki bu karar nasıl verildi? Proje müelliflerinin, 26 yıldır bu alanda mücadele veren Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin, İstanbul’un kültür-sanat alanına yön vermesi amacıyla kurulan İstanbul Kültür Sanat Platformu Danışma Kurulu üyelerinin, sivil toplum inisiyatifleri temsilcilerinin, Hasanpaşa Mahallesi sakinlerinin bu kararda bir rolü var mı? Yoksa ‘katılımcı’ ve ‘şeffaf’ olmak bir yere kadar mı? Tüm bunları es geçip buranın bir ‘İklim Müzesi’ olmasını kabullendik diyelim, şu anda açılan gerçekliği ile bu müze Kadıköy’e, İstanbul’a, bize ne katacak? Bu müze bize herhangi bir ansiklopediden, Wikipedia’dan, müzenin danışmanlarından biri olan Levent Kurnaz’ın ‘Son Buzul Erimeden’ kitabından öğrenemeyeceğimiz ne vaat ediyor? Ardı ardına panolara dizilmiş uzun paragraflar, referans ve kaynaklarını göremediğimiz görsel materyaller ve fotoğraflar bize ‘iklim krizi’ ile ilgili ne söylemek istiyor? Birbirinden kopuk iki farklı binaya yayılmış bu ‘müze’ 21. yüzyıldaki sergileme pratikleri, öğrenme deneyimleri ve tüketim dinamiklerini nasıl bu kadar es geçmiş olabilir? Hiçbir görsel-işitsel veya interaktif deneyim vaat etmeyen bir sergi, bize ‘iklim krizi’ni nasıl öğretecek, gelecek nesillere nasıl aktaracak, dünyada tüm gündemlerin önüne geçebilecek bir konuyu nasıl gündem hâline getirecek? Çevresinde kurgulanmış bir araştırma, tartışma ve öğrenme programı ve yayın olmadan bu kadar büyük bir konu olan ‘iklim krizi’ müze ziyaretçilerine nasıl temas edecek? Veya haydi diyelim ki bu müze ‘şimdilik’ böyle açıldı ve tüm bu saydıklarım yakında hayata geçirilecek. Yine de sormamız gereken şu sorular baki: “Neden iklim müzesi? Neden burada? Neden şimdi?”

Karikatürden mizaha, ortaya karışık bir sergi 

Müze Gazhane’nin ikinci ‘müze’si ise Karikatür ve Mizah Müzesi. Ve biz, tıpkı İklim Müzesi gibi bu müzenin de neden Müze Gazhane yerleşkesinde olduğunu asla anlamıyoruz. Hasanpaşa’da, Kadıköy Belediyesi tarafından restore edilerek 30 Eylül 2016’da açılışı gerçekleştirilen bir Karikatür Evi mevcut. “Karikatür Evi; Kadıköy’de karikatür sanatının gelişmesini, karikatürü her yaştan Kadıköylü ile buluşturmayı, aynı zamanda karikatür sanatını geleceğe aktaracak eğitim odağını yaratmayı hedefliyor. Karikatür Evi; eleştirel akıl ve mizah kültürünün gelişmesi, tarih boyunca karikatürün ifade ettiği değerlerin yaşatılması ve geniş kesimlere ulaştırılması için panel, konferans ve sergilerle yurttaşlara ulaşıyor.” Karikatür Evi; 2016 yılından beri çok başarılı bir şekilde karikatür ve mizah alanında atölyeden söyleşiye, buluşmadan sergiye çeşitli etkinlikler düzenliyor, kütüphane ve arşiv çalışmaları yürütüyor, envanter topluyor, eğitimler düzenliyor. Peki Karikatür Evi’nin birkaç metre ötesindeki Karikatür ve Mizah Müzesi bütün bunlardan farklı olarak ne yapacak? Bir envanter, koleksiyon, amaç olmadan bu müze neye, kime hizmet edecek? Büyükşehir belediyesi ile ilçe belediyesi arasında ‘karikatür’ ve ‘mizah’ nasıl paylaşılacak? 

Belediyede monolitik yaklaşım devam ediyor

Gazhane Çevre Gönüllüleri, Hasanpaşa Gazhanesi Kültür ve Sanat Merkezi Alternatif Stratejik Yönetim Modeli Projesi’ni hayata geçirip Alternatif Stratejik Yönetim Modeli başlıklı bir kitap yayınladı, ancak İBB, buranın yönetimini ve işletme imtiyazını Kültür AŞ’ye verdi. Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin “Arzumuz ekonomik ve sosyal sürdürülebilirliği olan, yaşamdan bağlarını kopartmadan, semtin özelliklerini de dikkate alan bir yönetim modeli. Kültürün ve sosyal yaşamın sadece tüketilmediği, ilgili tüm unsurların üretim süreçlerine katıldığı bir yönetim modeli. İktidar alanlarının yaratılmadığı, ama kaosa da yol açmayacak bir yönetim modeli. Sosyal ve kültürel yabancılaşmayı en aza indirecek, unuttuğumuz değerleri yeniden anımsayacağımız bir yönetim modeli.” diyerek özetlediği bu model, Kültür AŞ ile ne kadar hayat bulacak bilmiyoruz. 

İşletme imtiyazı Kültür AŞ tarafından devralınan Müze Gazhane’nin 32.000 metrekarelik yerleşkesinde aralarında İklim Müzesi ile Karikatür ve Mizah Müzesi’nin de yer aldığı altı sergi/müze salonunun yanı sıra Şehir Tiyatroları’nın kullanımına tahsis edilen iki tiyatro/konser salonu, performans stüdyoları, Afife Batur’un adını taşıyan bir kütüphane, İstanbul Kitapçısı tarafından işletilen bir kitapçı, Beltur AŞ tarafından işletilen üç yeme-içme alanı, atölyeler, ortak çalışma alanları ve kapalı otopark yer alıyor. Müze Gazhane’nin mekânsal stratejisine baktığımızda genel olarak fonksiyonların dengeli bir şekilde dağıtıldığını söylemek mümkün olsa da yerleşim plânı ve trafiğin doğru işleyip işlemediğini zaman içerisinde göreceğiz. Fakat bunu bir kenara bırakırsak mekândaki birimlerin hepsinin yine İBB iştirakleri (Kültür AŞ, Beltur AŞ, Şehir Tiyatroları, İstanbul Kitapçısı) tarafından yönetilmesi ve programlanması bize İBB’nin tam da on yıllardır eleştirdiğimiz ve Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin de karşı çıktığı ‘monolitik’ yaklaşımı devam ettirdiğini gösteriyor. Kadroların değişmesi, vizyonun gelişmesi ve pratiğin iyi yönde işlemesi yetmez, kamu otoritelerinin kamu kaynaklarını kullanarak attığı her adımda çoğulcu, çeşitliliğe alan açan ve demokratik bir yol izlemesi gerekir. Yerleşkedeki tiyatro/konser salonlarını Kadıköy Tiyatrolar Platformu üyelerine açmak, Beltur AŞ tarafından işletilen dondurmacıda İstanbul’un ve Kadıköy’ün simgelerinden Ali Usta dondurmasına yer vermek, sergi alanlarında, atölyelerde Kadıköy’de uzun yıllardır faaliyet gösteren sanat inisiyatiflerini ve sivil toplum örgütlerini ağırlamak mümkün mü? Bu alanların başka birey, topluluk ve inisiyatiflere açılıp açılmayacağı, nasıl kamusallaşacağı ve Müze Gazhane’nin yerel esnafı ve mahalleliyi nasıl entegre edeceği merak konusu. Çünkü Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin de dediği gibi “Gazhane kimsenin mülkü değil. Herkes, emeğiyle, becerileriyle buraya katkı verebilir.”

Mekânsal stratejinin peşinden gelen bir başka önemli konu da mimari tasarım. Müze Gazhane’nin mimari tasarımı, koruma projesindeki birçok karar değiştirilerek, öneriler göz ardı edilerek ve iyi örnekler es geçilerek yapılmış. Yerleşkenin ortasına adeta bomba gibi düşen ek yapıdan, artık 20. yüzyılda kalması gereken kırmızı kadife koltuklu tiyatro salonuna, birbirinden kopuk İklim Müzesi binalarından, nasıl işlevlendirileceği meçhul atölye ve ortak çalışma alanlarına birçok sorunlu karar var. Fakat bütün bunların yanında Sezar’ın hakkı Sezar’a diyerek takdir etmemiz gereken bir konu ise kurumsal kimlik ve her ne kadar eksik de olsa mekânsal grafikler. Türkiye’de bir kamu kuruluşundan görmeye alışık olmadığımız nitelikte bir kurumsal kimliği olan Müze Gazhane, yönlendirmeleri zayıf olsa da nitelikli mekânsal grafik elementlerine ev sahipliği yapıyor.

Bu tür yaratıcı kampüslerin trafiğini ve canlılığını büyük ölçüde etkileyen yerlerin başında kuşkusuz yeme-içme alanları gelir. Müze Gazhane; kafe, lokanta ve dondurmacı olmak üzere, hepsi Beltur AŞ tarafından işletilen üç yeme-içme alanına ev sahipliği yapıyor. Beltur AŞ tarafından işletilen bu kafe ve lokantanın menülerinin ve fiyatlandırma politikalarının nispeten uygun ve uyumlu olacağını düşünürsek yanılmış olmayız. Bununla birlikte bu alanların hiçbirinde alkol satışı olmamasını da ayrıca bir parantez açmaya değer bir ‘sorun’ olarak görüyorum. Zira ‘good old laik days’ diye nitelendirdiğimiz zaman diliminde belediye tesislerinde uygun fiyata bira içtiğimiz zamanlar vardı. Böyle bir yaratıcı kampüsün dinamolarından biri kuşkusuz kültür-sanatın da doğal destekçilerinden olan ‘alkol’ olacaktır. Umarım İBB, birtakım politik sebeplerden dolayı bu konuyu es geçmez.

Tesiste henüz tam olarak açılmayan ve/veya fonksiyonları şekillenmeyen alanlar da mevcut. Bunların önümüzdeki dönemde kullanıma göre şekillenmesi, dönüşmesi ve ihtiyaca göre tasarlanması önemli bir konu. Bununla birlikte özellikle ortak çalışma ve üretme alanlarının niteliği ile buna paralel olarak mekânın topluluk ve programlama stratejisi büyük önem taşıyor, zira buranın başarısını belirleyecek en büyük etkenlerin başında geliyorlar. Mekânsal strateji ile ilgili son başlığı ise ‘avlu’ ve ‘yeşil alan’ üzerinden dış mekânlar üzerine atmalıyız. Gördüğüm kadarıyla -her anlamda- birbirinden kopuk ve manasını çözemediğimiz heykellerin serpiştirildiği avluda İBB’nin yakın zamanda İstanbul’un birçok kamusal alanına koyduğu nitelikli kent mobilyaları ve kente kazandırmakla gurur duyduğu yeşil alanlar yoktu. Oysa avlu, gölgesinde dinlenilebilecek bir ağaç ve bankı, üstünde yayılacak bir çim alanı, belki kendisiyle bağ kuracak bir peyzajı hak ediyor.  

Hayaller yaratıcı kampüs, gerçekler belediye yerleşkesi

Twitter’daki zincirimi şu cümleler ile bitirmiştim: “Kafamıza estiğinde yürüyerek gidip ortak çalışma alanlarında çalıştığımız, akşamüstü biramızı yudumladığımız, çimlere yayıldığımız, nitelikli sergiler gezerek farklı konuşmalara ve atölyelere daldığımız bir mekân olmasını hayal ediyorum. Ben yaratıcı ekonomi ve kültür yönetimi alanında çalışan bir profesyonel ve bir Kadıköylü olarak heyecanlıyım. Ezcümle, İstanbul (ve tabii Anadolu yakası) güzel bir yaratıcı alan kazandı. Ancak buranın başarısını önümüzdeki günlerde göreceğiz.” Şimdi bunları biraz ileri taşımak lâzım. Zira Gazhane Çevre Gönüllüleri, “Bir tarihimiz var ama daha yapacaklarımız var!…” diyor.

İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat, Müze Gazhane’nin açılışında Çırpıcı’da ve Yedikule’de açmayı plânladıkları başka yaratıcı kampüslerden de bahsetti. Kuşkusuz İstanbul’un bu gibi alanlar kazanması çok değerli. Ancak bununla beraber bu alanların kente ve kamuya kazandırılırken tarihini, mirasını ve hafızasını doğru aktarmak, bileşenlerini ve katılımcılarını sürece doğru dâhil etmek, yaratıcı ekonomideki rolünü iyi belirlemek ve stratejik tasarımdan yararlanarak karar almak şart. 

Proje müellifleri Gülsün Tanyeli, Deniz Aslan, Sevim Aslan, Yıldız Salman ve projenin danışmanı Afife Batur’a, 26 yıllık mücadeleleri için Gazhane Çevre Gönüllüleri’ne, değerli yorum ve notlarıyla katkıda bulunan Yağmur Yıldırım’a teşekkürler.

* Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin 1996 yılındaki imza kampanyasının başlığı.