Bir müze binasını başarılı kılan nedir? Bir müze binası neye göre değerlendirilmelidir? Kültür-sanat alanında çalışan küratör, sanatçı ve mimarlar başarılı buldukları ve beğenmedikleri müzeleri The Art Newspaper‘a anlatıyor.
1997 yılında Bilbao’daki Guggenheim Müzesi‘nin açılışına dek müzeler, yer aldıkları çevrenin koşullarına odaklanıyorlardı. Ancak Guggenheim Müzesi kurulduktan sonra, müze binası konusundaki yerleşik kriterler de değişmeye başladı. Şimdilerde ise müze binası konusundaki kriterler yeniden sorgulanıyor. Özellikle Amerika ve Birleşik Krallık’taki müzeler yalnızca bir kültür merkezi olmaktan çıkıyor, kişilerin boş vakitlerini geçirebilecekleri sosyal alanlara dönüşmeye başlıyor. Tate Modern‘in Herzog & de Meuron tarafından tasarlanan yeni ek binası, açılmasının takibinde ziyaretçi sayısını beklenin de üzerinde arttırdı. Tasarlanan yeni bina, hem genişliği hem de işlevsel yönleriyle kişilerin gündelik yaşamlarının bir parçası haline geliyor. Yeni tasarlanan müzelerde ayrıca video, performans gibi çağdaş sanat formları için de yeni alanlar oluşturuluyor.
Alanında uzman beş kişinin müzelerle ilgili beğendikleri/beğenmedikleri yönler The Art Newspaper’da ele alınıyor.
Thomas Demand/ Sanatçı: “Bence bazı mimarlar müzedeki koleksiyonlara göre değil de kendi zevklerine göre binalar tasarlıyorlar. Örneğin mimar Philip Johnson, bazı sanatçılardan nefret ettiği için onların eserlerinin gösterilmesine engel olacak şekilde binalar tasarladı. Johnson’un tasarladığı binalara asla Carl Andre’ye ait eserler göremezsiniz. Ancak mimar istediği kadar engel koymaya çalışsın, sanatçı varolan koşullarda üretim yapmak için kendini zorlayabilir. Benim bu konudaki başarı kriterim ise farklılık. Girdiğim müzedeki sergi alanları birbirine benzememeli, müzede yürürken farklı şeyler keşfedebilmeliyim. Almanya’daki Hans Hollein tasarımı Abteiberg Müzesi‘ndeki enstalasyonlar mimari tarafından domine edilmiyor ve her sergi alanı kendi içinde farklılaşıyor. Berlin’de David Chipperfield tasarımı Neues Museum da oldukça başarılı, kapı kollarına dek her detay incelikle hesaplanmış.”
Cornelia Parker/ Sanatçı: “Bence tüm sanatçılar nötr ve ferah bir alanda eserlerini sergilemekten memnun kalırlar. Ben New York’taki Guggenheim Müzesi’ni retrospektifleri açısından çok beğeniyorum. Ayrıca Renzo Piano tasarımı Houston’daki Menil Collection da aydınlık ve samimi sergi alanları açısından oldukça başarılı. New York’taki Met Breuer ve British Museum’daki “Great Court” alanları da beğendiklerim arasında. Üzülerek Zaha Hadid tarafından tasarlanmış MaXXI (Roma), bence tamamen mimarın egosunun bir yansıması.”
Connie Butler/ Küratör (Hammer Museum, LA): “Ben sanatın kübik ve beyaz sergi alanlarında sergilenmesini çok tercih etmiyorum. Küratör olarak, bazen mimari sınırları zorlamayı seviyorum. Örneğin Portekiz’deki Serralves Foundation’daki sergi mekanlarının açıları zorlayıcıydı ancak gerektiği zaman bazı eserler için uygun arkaplanlar da yaratıyordu. Esnek mimariyi geçici alanlar için çok ideal buluyorum, bunun en iyi örneği de Frank Gehry tasarımı Geffen Contemporary (MOCA) olarak gösterebiliriz. Aynı zamanda Renzo Piano tarafından tasarlanmış Beyeler Foundation (Basel) ve Menil Collection (Houston) da yine beğendiğim sergi alanları arasında yer alıyor. İki alanda da ışık kullanımı çok başarılı. Öte yandan, bazı çok büyük ölçekli galeriler ziyaretçiler için yorucu olabiliyor; alanı belirli noktalarda bölmek gerektiğini düşünüyorum.”
Jens Hoffmann / Direktör Yardımcısı (Jewish Museum, NY): “Ben nötr, beyaz ve kübik alanları beğeniyorum. Aynı zamanda alışılmışın dışında kat planları ve tasarımı olan tarihi alanları da karakteristik buluyorum. Japon mimar Sanaa’nın tasarımları oldukça zarif olduğunu düşünüyorum; Renzo Piano’yu ise iç mekan tasarımları için beğeniyorum. David Chipperfield’nın yeniden tasarladığı tarihi mekanlar da son zamanlarda sevdiğim binalar arasında. Maalesef Mexico City’deki Museo Soumaya başarısız bir müze binası örneği. Gehry’nin Guggenheim’ı (Bilbao) taklit edilmeye çalışılmış. Aynı zamanda Berlin’deki Jewish Museum’u da sergileme alanları açısından yanlış buluyorum.”
Adam Caruso / Mimar: “Ben bir müze binasının sergilenecek eserler için bulundurduğu alanların güçlü olmasına odaklanıyorum. Mimarinin üretken sanat eserleri için uygun bir zemin oluşturması gerekiyor. Örneğin endüstriyel mekanlar, 1960 sonrası sanat için ideal sergi alanları, ancak Rönesans sanatı için uygun değil. Ben belirli bir karakteri olan alanları seviyorum; ayrıca sergilenen sanat ve sanatın sosyal ve fiziki koşulları ile uyum sağlamalı. Berlin’deki Neues Museum, Sainsbury Wing-National Gallery (Londra), Kunsthaus Bregenz, De Pont Museum (Tilburg) beğendiğim müze binaları arasında.”
*Bu yazı The Art Newspaper’daki makaleden çevrilmiştir.