kültür.limited 2023 yılı sonunda 8 yıllık yayın hayatını sonlandırmıştır. Site, bir arşiv işlevi görmesi için açık bırakılmıştır.

Kültür alanında yeni bir iş modeli: “yaratıcı girişimcilik”

10 Nisan 2017

 *Bu yazı Istanbul Art News Nisan, 2017 Sayı: 41 Piyasa eki için yazılmıştır.

Girişimcilik, son yıllarda tüm sektörlerin odağında. Dünyanın farklı yerlerinde, farklı iş kollarındaki insanlar ya hâlihazırda var olan işler ve alanlarla ilgili yeni girişimler geliştiriyor, ya da kendilerine yeni alanlar açıp farklı girişimler ile sektörün gelişmesini sağlıyorlar. Tüm bunlar olurken, bir yandan da dünyada konuşulan iki kavram da hem Birleşmiş Milletler’in, hem de Avrupa Birliği’nin gelecekle ilgili tüm stratejilerinde ve plânlarında yer alıyor. Bu kavramlardan ilki olan “sosyal girişimcilik”, bildiğimiz sivil toplum ve kurumsal şirket yapılarını bir araya getiren yeni bir iş modeli fikri ortaya koyarken, “yaratıcı girişimcilik” ise Birleşik Krallık’ın da desteğiyle tüm dünyada yaratıcı endüstri ekosisteminde kabul görüyor ve literatürde kendine önemli bir yer edinmeye başlıyor.

Yaratıcı girişimcilik, temelde yaratıcı ve entelektüel sermayeyi ve fikri mülkiyeti merkezine alarak yaratıcı endüstriler alanında çalışan bir girişim ortaya çıkarmayı gerektiriyor. Yaratıcı girişimcilik, özellikle son yıllarda birçok ülkede yaratıcı sektörlerde çalışan kişilerin kendi işlerinin patronu oldukları iş modellerinin ve yine bu alanlarda bağımsız çalışan kişilerin artmasının bir sonucu olarak daha da ön plâna çıktı. Tüm bu süreçte, yaratıcı endüstrilerin bir kolu olan kültür-sanat da bu alanda farklı girişimler ile yer alıyor. Yaratıcı girişimcilik alanında uzun yıllardır hem akademide hem de özel sektörde farklı çalışmaları olan Gökçe Dervişoğlu, kültür-sanat alanında girişimciliği diğer sektörlerdeki girişimcilikten ayırırken, bu alanın sosyal faydasını, sürdürülebilirliğini ve yenilikçi iş modellerini ön plâna çıkarıyor. Dervişoğlu’na kültür-sanat alanında girişimciliğin diğer sektörlerdeki girişimcilikten ne gibi farkları olduğunu sorduğumuzda şöyle cevaplıyor: “Girişimcilik genelde işletme literatüründe yer alan ve kâr amacı güden kurumlar/şirketler için kullanılan bir kavram olduğu için, temel amacı kültürel faaliyetlerin daha geniş bir kesime erişmesi ve sürdürülebilirlik olan kültür kurumları bu çaba sırasında kâr elde etmeyi öncelikli amaç olarak görmüyorlar. Bu alandaki faaliyetler daha çok sosyal fayda gözetiyor, ancak sosyal devletin ve hibe desteklerinin bu alan için aksadığı günümüzde kültür kurumları da bu süreklilik için yenilikçi faaliyet modelleri ile girişimcilik çabaları gösteriyorlar. Diğer bir yanda ürün odaklı girişimcilik literatürü hizmet ve deneyim kurgulayan kültür-sanat alanında daha soyut olgularla uğraşıyor. Genelde hem girişimciliğe yaklaşım hem de girişimciliğin konusu ile ilgili fark var.” Buradan bakıldığında, geleneksel kültür kurumlarının ve sanat işletmelerinin de aslında temelinde olan “girişimcilik” kavramı; günümüzdeki ‘sosyal fayda’, ‘sürdürülebilirlik’ ve ‘yenilikçi iş modeli’ kavramlarıyla yoğruluyor. Kültür-sanat alanındaki girişimciliğin diğer sektörlerdeki girişimcilik ile arasındaki ilişkiyi, kültür alanında kendi girişimlerini kuran ekipler ise farklı şekillerde değerlendiriyor. 2011 yılından kurulan Gülbaba Music & Artist Management kurucu ortaklarından Serhan Lokman, bu alandaki benzerlikleri ve farkları şöyle özetliyor: “Bizce kültür-sanat alanındaki girişimciliğin diğer sektörlerdeki girişimcilik ile benzer olduğu taraflar var, ancak ayrı olduğu taraflar da var. Benzer kısmı, olmazsa olmazların aynı olmasından kaynaklanıyor. Yani bu alandaki girişiminizin başarılı olması için, daha önce yapılmamış (dijitalleşme ile birlikte plak şirketlerinin web üzerinden perakende müzik satışlarına başlaması) veya yenilikçi (bu bağımsız satışların bir arada toplandığı ve müzikseverlerin sanat yapıtlarına çok daha kolay ulaşım imkânının sunulduğu Orchard, iTunes gibi dijital pazarlama siteleri) veya sektörde ihtiyaç duyulup da dokunulmamış servislere, hizmetlere ya da prodüksiyonlara dokunuyor olmak gerekiyor. Mesela bir orkestranın ya da tarihi bir resmin özel koşullarda, normalden farklı usullerde taşınmasını sağlayan spesifik kargo şirketleri ya da dünyada Türk müziklerini temsil eden, bilgi ve tecrübesi bu konuda yoğunlaşmış sanatçı menajerleri gibi. Herhangi bir girişimcilik modelinden ayrışan nokta ise, kültür endüstrisindeki tüm segmentlerin direkt insan ile bağlantılı olması; yani girişiminizi ölçülebilir olduğu kadar ölçülemeyen verileri de hesaba katarak yapmalısınız. Bir sanat yapıtının ne kadar pazarlanabilir olduğu, ne kadar kişiye ulaşacağı ve insanların bu yapıtı ne ölçüde kabullenip hayatlarına alacağı iyice modellenmiş bir varsayımdan öteye teknik olarak gidemiyor. Çünkü kültür–sanat yapıtları, önünde sonunda mecburi tüketimin veya sosyal–ticari girişimciliğin dışında kalıyor. Bu önermeyle “Sanat lüks tüketim mi?” sorusu da akla gelebilir ama bunun cevabı da bir noktaya kadar “Hayır.”. Tam da yapıtın kendisi gibi, endüstrinin kendisi de farklı, kendi segmentinde değerlendirilmeli.” 2012 yılında çağdaş sanatın yükselen yeteneklerini keşfetme, özgün sanat eserlerine herkesin ulaşabilmesi ve özellikle bağımsız sanatçılar ile kendi koleksiyonlarını yaratan yenilikçi koleksiyonerlere hitap etme amaçlarıyla kurulan Mixer’in kurucusu Hamit ve direktörü Bengü ise bu alanı şöyle yorumluyor: “Her türlü sektörün kendine özgü dinamiği var, her biri özel yetkinlikler ve bakış açısı gerektiriyor. Bu nedenle kültür-sanat alanındaki girişimcilik de diğer sektörlerden ayrışıyor. Bizim alanımızda değer biçmesi zor olan bir şeye maddi bir değer atfedip gelir modelimizi de bunun üzerine kuruyoruz. Ama bir yandan da bunun gibi maddi konular hakkında konuşmaktan her zaman kaçınıyoruz. Sanata ihtiyaç duyarak büyümediğimiz ve sanat hayatımızda bir öncelik olmadığı için enerjimizin çoğunu bunu anlatmaya, aktarmaya harcıyoruz. Bu süreçte girişimin devam etmesi için gerekli olan maddi kaynaklar için fon ya da sponsor bulmak çoğunlukla zor oluyor. Çok büyük getirisi olan bir iş modeli olmadığı için teknolojik diğer girişimlerdeki gibi melek yatırımcılar bulmak da bir çözüm olmuyor. Bence bu işi diğerlerinden farklı kılan da çok fazla rekabete dayalı bir durum yok. Her iş ve her sanatçı özgün, bir diğerinin önünde bir engel değil. Hepimiz için görünür olmak önemli, ve bu ancak birlikte hareket ederek mümkün. Bir de tabii birçok kişi bu işi sevdiği için ve idealist duygularla sanat girişimcisi oluyor. Bu durumda da alınan kararlar daha uzun vadeli ve baştaki idealler doğrultusunda alınıyor.”

Shakespeare de girişimciydi

Kültür-sanat alanında girişimcilik aslında yeni bir konu değil. Kendi tiyatrosunu kuran Shakespeare de zamanında bir girişimciydi, Osmanlı’yı Batı tiyatrosu ile tanıştıran Güllü Agop da. Dünyada ve Türkiye’de kurulan ilk galeriler, tiyatrolar ve hatta sinemalar sanatçıların kendi çabaları ile ortaya çıkardıkları girişimlerdi. Zaman içinde sanatın globalleşmesi, kültür alanındaki farklı yapıların ve kavramların doğması, kültür-sanat alanında olağan seyreden bu girişimciliğin farklı bir mekanizmaya dönüşmesine neden oldu. Zaman içinde ortaya çıkan kurumsal yapılar, sanatın kişisel beğeniden ticari ve katma değeri olan bir konuma gelmesi, sanatçıların yerini alan profesyonel kültür yöneticileri bu alanın da dönüşmesini ve sektörleşmesini sağladı. Sektörleşme ile beraber büyük şirketler, kurumlar ve holdingler alanı domine etmeye başladı. Bu da bir süre sonra bazı sorunları beraberinde getirdi. Büyük ve eski yapıların hantallığı, 21. yüzyıl yetkinliklerine adapte olamayan iş modelleri, her alanda olduğu gibi kültür-sanat alanında da yeni bir izleyici olarak konumlanan Z kuşağı, iş hayatında farklı beklentileri olan X-Y-Z kuşakları gibi meseleler bu alanda yeni yapılanmaları ve girişimleri ortaya çıkardı. Türkiye’de de tüm dünyadaki gelişmelere paralel olarak yaratıcı girişimcilik özelinde altı çizilmesi gereken birçok gelişme ortaya çıktı. Türkiye’de özellikle 2010 yılından itibaren kültür-sanat alanında farklı disiplinlerde birçok girişim ortaya çıktı. Bu girişimlerin bir kısmı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin destek ve fonlarından yararlanmak için kurulan inisiyatiflerin dönüşümü ile sektörde kendine yer bulurken, bir kısmı da geleneksel kültür ekosisteminde çalışırken işini bırakıp kendi girişimini kuran kişilerin bireysel çabaları sayesinde ortaya çıktı. Müzikten tiyatroya, çağdaş sanattan sinemaya, edebiyattan kültürel mirasa birçok farklı alanda ortaya çıkan bu girişimler, yaratıcı ekonominin bir parçası olarak kültüre erişim ve sürdürülebilir kültür üretimi konusunda yeni modeller oluşturmaya başladılar ve kültür-sanat alanında yeni bir yapılanmanın mümkün olduğunu gösterdiler. Bütün bu süreçte Türkiye’de yaratıcı girişimcilik ve bunun bir parçası olarak kültür-sanat alanında girişimcilikten bahsederken bu alanı sahiplenen ve bu alanda çeşitli destek mekanizmaları sunan kurumlardan da bahsetmek gerekiyor. British Council Türkiye, yaratıcı girişimcilik alanında birçok panel, konferans ve eğitim düzenlemenin yanı sıra, bu alanla ilgili yayınların ve materyallerin Türkçe’ye kazandırılması, ekosistemin gelişmesi ve uluslararası platformlarda temsil edilmesi ve yaratıcı girişimcilerin işlerini geliştirmesi gibi birçok konuda çeşitli destekler sağlıyor ve programlar yürütüyor. Bu alanda yapılan diğer çalışmalarla ilgili görüşlerini aldığımız Dervişoğlu ise Türkiye ile ilgili değerlendirmesinde şunları ekliyor: “Yaratıcı endüstrilerde iki temel olgunun altını çizmemiz gerekiyor. Birincisi fikri mülkiyete konu olmaları, ikincisi bu 13-14 sektörün kendi içinde piyasaya yakın ve uzak olarak ayrılması ancak yaratıcı nüvenin beslenmesi için piyasadan uzak olan (daha sanatla ilgili) kısımdaki üretimin devam edip piyasaya yaratıcı işler yapan (tasarım gibi) alanları da beslemesi gerekliliği. Türkiye’de yapılan inovasyon, katma değerli üretim, taklitten uzaklaşma ve özgünlük konulu tartışmalarda hem fikri mülkiyetteki değer-eder ilişkisi hem de sanatsal ifade ve yaratıcılığın diğer alanları besleme konusu göz ardı ediliyor ve yaratıcılık bütünsel bir olgu olarak ele alınmıyor. Bu konuda YEKON’un öncü çabaları oldu, akademiyle yaptığı atölyeler sonucunda yayınladığı Yaratıcı İstanbul senaryosu aslında yaratıcı girişimcilik ekosistemine bir yol açmak için düzenlenmiştir. Bu yolda geçen sene Endevour ve Girvak “Create Up” projelerini düzenlediler. Bu tip çok özel çabalara rağmen hâlâ girişimcilik ve yaratıcı endüstri ekosistemleri istenildiği kadar bir arada anılmıyor ve çalışmıyorlar. Yine de yaratıcı küme (creative hub) uygulamalarının öncü yaratıcı girişimciler tarafından açılması ve faaliyet göstermesi bu alanla ilgili umut veriyor.”

Kültür-sanat girişimciliğinde önümüzdeki engeller

Kültür-sanat alanında dünyadaki ve Türkiye’deki girişimcilik ekosistemlerine baktığımızda benzer bir büyüme ve üretim görüyoruz. Farklı disiplinlerde ve alanlarda çalışan kültür-sanat girişimleri bu gelişmeleri takip ediyor, dünyaya paralel olarak büyüyor. Bu noktada Mixer’den Hamit Hamutçu, özellikle çağdaş sanat alanındaki girişimcilik ile ilgili şunları söylüyor: “Kültür ve sanat alanında hem dünya hem de Türkiye’de yenilik ve girişimcilik oldukça önemli. Türkiye’de ekonomik ve politik belirsizlik çoğu zaman hızlı ve güvenli adımlar atılmasını engellese de buna destek olan birçok kurum olduğunu görüyorum. Türkiye’de özellikle bu sektörde gelişime açık birçok alan var. Hatta yurt dışına göre bu bir avantaj, yapılabilecek birçok şey ve buna hızlı yanıt verecek bir izleyici kitlesi mevcut. Bunun da yavaş yavaş yeşerdiğini görüyorum. Destekleyici kamu politikaları konusunda yurt dışından oldukça farklı bir noktadayız. Bu da özel girişimciler, koleksiyonerler ve sanat meraklılarına daha büyük bir misyon yüklüyor.” Hamutçu’nun parmak bastığı en önemli konu, Türkiye’de kültür-sanat alanında hâlen gelişime açık birçok alan olmasının pozitif yanı. Zira bu, kültür alanında yeni girişimlerin ortaya çıkmasına olanak sağlayan bir ekosistem demek. Buradaki en büyük ihtiyaç ise bu ekosistemin gelişmesine olanak sağlayacak kültür politikaları ve destek mekanizmaları. Kültür politikaları ve destek mekanizmalarına baktığımızda ne yazık ki Hamutçu’nun çizdiği olumlu tabloya paralel bir gelişme görmek mümkün değil. Kültür-sanat alanında alınan vergiler, girişimciler için sunulan kısıtlı destek mekanizmaları, kültür ve eğitim politikaları –ya da belki bu noktada politikasızlığı demek daha doğru olur- bakir ve yeniliğe, girişimciliğe aç bir alanın potansiyelini verememe konusunda karşımıza çıkan en büyük engeller belki de. Bu alanda karşılaşın diğer zorlukları alanda çalışanlara sorduğumuzda ise çok çeşitli cevaplar alıyoruz. Dervişoğlu bu alanda yaşanan zorluklar ile ilgili görüşlerini belirtirken “kültür yöneticisi” kavramının öneminin altını çiziyor ve bu zorluklara makro bir pencereden bakmanın önemini de gösteriyor: “Çoğunlukla kültür kurumları içerik yani sanatsal üretim ve programlama konusunda yetkin oluyorlar, sürecin tasarlanması ve izleyici için kanalların açılması konusunda ya ekipte sorumlu biri olmuyor, dolayısıyla bu işi alandan olmayan bir kuruma yönlendirebiliyorlar ya da girişimci/sanatçı bu işlerle ilgilenmek istemeyip sanatına odaklanmak isterken üretime ayırdığı kıymetli zamandan ödün veriyor gibi hissediyor. Burada kültür yöneticisi kavramı önemli bir açılım. Tabii kültür yöneticisinin sanatçının üretimi, küratörün perspektifi, dış dünyada olup bitenler ve izleyicinin hangi beklentiyle sanat eseriyle buluştuğuna dair birikimi olmalı. Makro açıdan farklı görüşlere saygı duyulmayan ortamlarda sanatçı bireysel ifadesi konusunda kısıtlanmış hissedip belki otosansürle kendini kısıtlayacak belki de sanatsal faaliyetlerini aksatacaktır. Özgünlük bugün izleyicinin aradığı onu şaşırtıp yakalayacak en önemli unsur. Bunun oluşma şartları hem sanatçının üretim sürecinde verilen destekle hem de izleyiciye ulaşma aşamasında sağlanmalı. Bugün birçok ülkeden kültür politikası ekseninde de bu destek mekanizmalarının çeşitlenmesi tartışılıyor.” Alanda girişimleriyle yer alan kişiler ise bu zorluklara kendi bakış açıları ve deneyimleri ile yaklaşıyor. 2016 yılında performans sanatçılarını bir çatı altında toplamak ve farklı projelerle buluşturmak amacıyla Performistanbul adlı girişimi kuran Simge Burhanoğlu, bu alandaki en büyük zorluğun anlaşılmamak ve inanılmamak olduğunu söylüyor. Burhanoğlu sözlerine şöyle devam ediyor: “Yaptığın işin gücünün genelde parayla ölçülmesi; ancak kültür-sanat alanında ise emek, yoğun duygular ve istenilen cevabı verememek.” Yıl boyunca farklı galeri ve müzelerle çeşitli işbirlikleri yapan Performistanbul, bu alanda özellikle yeni iş modeli ve iş tanımı geliştirmek konusunda öncü girişimlerden. Burhanoğlu, farklı müze ve galerilerle yaptıkları işbirlikleri ile ilgili olarak da şunları söylüyor: “Öncelikle bütün ilişkilerimiz yaptığımız işi sonsuz bir tutku ile anlatmak ile başlıyor. Bunun dışında Performistanbul’un yapısı zaten işbirliği üzerine kurulu dolayısıyla işbirlikçilerimizin önemini her fırsatta hissettiriyoruz. Hep paylaşım odaklı ilerliyoruz, beraberce her iki tarafın birbirinden beslenebileceği, iyileştirici, dönüştürücü işler yapmaya çalışıyoruz. Kısacası beraber hareket ediyoruz, performansı onların sahiplenmesini sağlıyoruz.” Burhanoğlu’nun iş modelindeki temel değerleri de açıkladığı bu cümlelerdeki kapsayıcı, iyileştirici, dönüştürücü kavramları kültür-sanat alanında ortaya çıkan bu yeni girişimlerin birçoğunun odağında ve temellerinde olan kavramlar. Gülbaba Music’ten Serhan Lokman, bu alandaki en büyük zorluğu ise “sürdürülebilirlik” olarak görüyor: “Sürdürülebilirlik çok büyük bir zorluk olarak karşımıza çıkıyor. Fikir ve hayal olarak çok geniş bir alan. Yani eminim ki sahnede iyi bir müzisyen olmayı, en sevdiği rock grubunu sahneye çıkartmayı, bir fotoğraf sanatçısı olup da nu pozlar çekmeyi hayal eden insan sayısı, bir mermer tüccarı olmayı hayal eden insan sayısından fazladır. Ama böylesine yaratıcı bir endüstrinin içerisinde fikirleriniz ve yapıtlarınız idealizm, hayal ve yapılabilir üçgeninde çok dengeli bir şekilde yer bulmalı. Kendi ofisimizde her sene daha önceden duymadığımız, bilmediğimiz birçok insandan telefon ya da e-posta alıyoruz. Hepsi de konser organize etmek ve gruplarımızı şehirlerinde ağırlamak istiyorlar. Ama bu iş ‘sahneyi buldun, sanatçıyı da çıkardın‘ ile bitmiyor. Hatta sanatçının sahnede olması işin en basit, en sakin tarafı. 5 kişilik ortalama bir caz grubunun bugün İzmir’de 90 dakikalık konserinin organizasyon giderleri 35 Bin TL tutuyor. Pek çok insanın bir araç için yıllarca taksit ödedikleri bir meblağ bu. Hayran olduğumuz, popüler, büyük grupların tek bir konseri milyonlarca liralık masraf demek. Öyle büyük rakamlar ki orta ölçekli bir üretim atölyesi kurabilirsiniz bu meblağlarla. Dolayısı ile sevdiğiniz bir sanat yapıtını, bir film, bir albüm, bir tiyatro oyunu, her ne olursa olsun, ciddiye alın; çünkü arkasında ya orta ölçekli bir atölye var, ya da kimi yapıtlarda ise dev bir kültür sanat fabrikası var.”

Kültür-sanat alanında girişimciliğin son dönemde artmasının birçok sebebi var. Bu sebeplerin başında teknolojik gelişmeler, sosyal medya, ekonomik ve politik kırılmalar ve sürdürülebilirlik gibi birçok farklı konu var. Bu noktada Serhan Lokman bağımsız müzik girişimlerinin ve bağımsız müziğin ön plana çıkmasını, sektörün piyasanın majör oyuncuları tarafından daha az kontrol edilebilir bir hâlde olmasına bağlıyor. Lokman sözlerine şöyle devam ediyor: “Etkileri kalmadı gibi bir şey söylemiyorum. Hâlâ çok etkililer ve günümüzün kapitalist dünyasında paranın kimde olduğu piyasayı tabii ki etkileyen bir durum. Ama günümüzün teknolojisi sosyal bir değişikliğe de sebep oluyor. Elinizde iyi bir sanat yapıtı, inancınız ve biraz da şansınız varsa kitlelere kendi kendinize ulaşabilir ve iyi bir bağımsız sanatçı ya da şirket olabilirisiniz. Bu durum da kültür endüstrisindeki güç dağılımını derinden etkileyen bir durum. Tam bu noktada biz de kendi bilgimizi ve tecrübemizi ortaya koyup bağımsız sanatçılarımız için ortaklaşa yol haritaları çiziyoruz. Derdimiz kaç kişinin sanatçılarımızı dinlediği kadar -belki de daha fazlasıyla- her biri bağımsız olan sanatçılarımızın ülkemizde ya da dünyada kariyerlerine nasıl başarı ile devam edeceğine yönelik. Arkanızda uluslararası bir müzik devi olmadan 40 ülkede konserler yapabilmek başka bir keyif. Bunun yapılabilir olması da hem Türkiye hem de dünyada bağımsız müzik piyasasının geçmişe göre çok daha gelişmiş olmasından kaynaklanıyor.” Burhanoğlu ise bu noktada performans alanındaki girişimcilik ile ilgili sürdürülebilirlik konusunda dikkat çekiyor: “Performans sanatı bir türlü kesin bir tanıma oturtulamadığı için sanat piyasasının bile sahiplenmediği bir alan olarak kaldı. Dolayısıyla bu alandaki her hareket çok önemli. Türkiye’de de performans sanatı alanındaki hareketlenmeler yetersiz kalmış. Sanırım bu durum manevi bir sanat olarak değerlendirilmesinden yani yatırım, para konusunda riskli bulunduğu için böyle. Dünyada da daha çok proje bazlı ilerleniyor. Performans sanatçılarını bünyesine alan ve sanatçıları temsil eden festivaller, atölyeler, performans sergileri gibi bir girişim bilmiyorum. Umarım anı yaşamanın, o andaki deneyimin kıymeti anlaşılır da performans sanatı kendine daha güçlü bir alan yaratıp, sürdürülebilir girişimlere yol açar.” Dervişoğlu ise kültür-sanat alanındaki girişimciliğin artmasını neoliberal politikalara ve dijital teknolojilere bağlıyor: “Teknolojinin ifade alanlarında sunduğu kolaylaştırıcı birçok mecrada üretilen iş, açık erişim ortamlarında çok daha fazla paylaşılıyor. Büyük sanat kurumlarının bütçeleri fiziksel mekanda deneyim paylaşımının ötesinde dijital mecralarda alternatifler yaratıyor. Kişinin maddi birikimden ziyade kendini gerçekleştirmek için deneyim birikimi olgusu genç kuşakta daha rağbet gördüğü için insanlar sınırlı bütçelerle bile seyahat ediyorlar farklı kültürlerden besleniyorlar. Y Kuşağı geçmiş kuşaklarla savaşmaktan ziyade onları ve hikayelerini merak ediyor. Genel olarak “girişimcilik” trendinin de neoliberal politikalar ve küçülen sosyal devlet bütçeleriyle arttığını göz önünde bulundurursak, bu alternatif insanlara hem kendilerini özgür hissedecekleri hem de kişisel bir iz bırakacakları alan veriyor.” 2015 yılında British Council ve Nesta’nın davetiyle Yaratıcı Girişimcilik Atölyesi için Türkiye’ye gelen İngiliz yaratıcı girişimcilik uzmanı Percy Emmett ise o zaman Türkiye’de büyük potansiyel olduğu hâlde, kültür ve girişimcilik alanlarının kesişme noktasından yeterince somut örnek çıkmamasını Radikal’e şöyle değerlendirmişti: “Bana göre bunun yolu, insanların neler yapabileceklerini araştırabilecekleri bir ortam yaratmak ve bununla beraber eğitimler geliştirmekten geçiyor. Bir gösteri, tiyatro ya da müzik girişimcisiyseniz örneğin, yapacaklarınızdan bir tanesi bilet vb. satışından kazanç elde edebileceğiniz bir performans sahneye koymaktır; diğeri ise topluluğunuzun bir araya gelerek katılımcıların belirli bir sorunu anlama ya da bir konuda diyalog kurmalarına olanak tanıyan atölye çalışmaları gerçekleştirebileceğinin farkına varmaktır. Kültürel ve yaratıcı sektörlerde, nihai ürün dışında belirli beceriler söz konusudur. Sahip oldukları becerileri düşünürsek farklı faaliyetlerde bulunarak kazanç elde edebilirler, geçirdikleri sürece daha yoğun katılımda bulunabilirler. İş girişimlerine yönelik fikirlerin çoğu, A noktasından başlayıp B noktasına varan düz bir yol izler; doğrusal bir seyri vardır. Halbuki, kültürel uygulamalar söz konusu olduğunda iş değişir. Bunu Londra metrosuna benzetebiliriz, bir köşeden yola çıktığınızda varış noktanıza birçok farklı güzergahtan, yolda yeni bilgiler edinerek gidebilirsiniz. Vermiş olduğum eğitimde, olasılıkları sınırlandırmamaya gayret ediyorum; çünkü eğitim genelde bunu yapıyor, yani olasılıkları sınırlandırıyor. Bizim verdiğimiz eğitimlerin ise insanların bir yandan girişimlerine yönelik faaliyetlerini sürdürürken farklı alanlara da açılmalarına yardımcı nitelikte olmasına dikkat ediyoruz.”

Sırada ne var?

Teknoloji ve sosyal medyanın iletişim alanını tamamen dönüştürmesi, kültür-sanat alanında yeni iş modellerinin doğmasına neden oldu. Bu da bir yandan kültürün demokratikleşmesine olanak sağlarken, bir yandan da kültür-sanat alanında akla hayale gelmeyen girişimlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu girişimlerin her biri kültür-sanat alanındaki hantal kurumsal yapılara, koltuk sevdasına, değişim ve dönüşüme duyulan korkuya, zamana ayak uyduramayan yapılara inat giderek büyüyor, artıyor, direniyor ve birleşiyor. 21. yüzyılın beraberinde getirdiği cesaret, yetkinlik, inanç gibi kavramlar sürdürülebilir kültür girişimlerinin daha da artmasını sağlıyor. Bu noktada önümüzdeki yıllarda kültür-sanat alanında farklı disiplinlerde daha çok girişim göreceğimiz üzerine bir öngörüde bulunmak çok da zor ve yanlış olmaz.

*Bu yazıyı yazmam için bana ilham veren kendi girişimim kültür.limited’deki ekip arkadaşlarıma ve benimle bu yolda kendi girişimleri ile ilerleyen Başka Sinema, Fashion Film Festival, Gülbaba Music & Artist Management, ikincikat, Kabak & Lin Records, Mixer, Nerdworking ve Performistanbul gibi girişimlere teşekkürler.