kültür.limited 2023 yılı sonunda 8 yıllık yayın hayatını sonlandırmıştır. Site, bir arşiv işlevi görmesi için açık bırakılmıştır.

Kültür-sanatta katılımcı yaklaşımlar: “Herkes için kültür”

12 Mart 2017

 

*Bu yazı Istanbul Art News Mart, 2017 Sayı: 40 Piyasa eki için yazılmıştır.

İKSV’nin, kültür politikaları çalışmaları kapsamında çıkardığı altıncı rapor “Kültür-Sanatta Katılımcı Yaklaşımlar” başlığı altında yayımlandı. Bağımsız kültür politikaları araştırmacısı Dr. Ayça İnce’nin İKSV Kültür Politikaları Çalışmaları Araştırma Uzmanı Ceren Yartan’ın desteğiyle yayıma hazırladığı rapor, Türkiye’de kültür sektöründe göz ardı edilen bir alanı mercek altına alıyor: ‘Aktif katılım’.

Kültür politikalarının temel öncelikleri arasında kabul edilen ‘kültür-sanata erişim ve katılım imkanlarının geliştirilmesi ve kültürün demokratikleştirilmesi’; Türkiye gibi, özellikle net, keskin çizgilerle belirlenmiş bir kültür politikası olmayan, alandaki kullanıcılar hakkında niceliksel ve niteliksel verilerin yetersizliği yüzünden kapsamlı, bütüncül çalışmalar geliştirilemeyen ülkelerde çok önemli. Bu noktada, raporun kültür-sanatın dönüştürücü ve iyileştirici gücünden yola çıkarak Türkiye kültür-sanat hayatına olumlu bir gelecek tahayyülü getireceğini düşünmek mümkün. Ancak bu konunun, raporda da önerildiği gibi alandaki tüm aktörler tarafından kamu idaresi, sosyoloji, pazarlama, siyaset bilimi, kültür yönetimi ve hukuk gibi çokdisiplinli bir alanda incelenmesi gerekiyor.

Raporun başlığı olan “Kültür-Sanatta Katılımcı Yaklaşımlar”, alışılmış izleyici geliştirme yaklaşımlarının ötesine geçerek, izleyici ile kurumun arasındaki mesafeyi azaltmayı hedefleyen, izleyicinin aktif bir biçimde sanat etkinliklerine katılmasını, izleyici deneyimini derinleştirmeyi ve profilini çeşitlendirmeyi hedefleyen yaklaşımlar olarak özetlenebilir. Bu yaklaşım, Ayça İnce’nin rapordaki ifadesiyle: “Sadece izleyici olanları değil, mümkün olan herkesi hedef alır. Çünkü katılımcılık, kişilerin gözlemleyen, keşfeden, seçip bir araya getiren, algılayan ve kendini ifade eden bireyler olmalarını sağlayacak süreçleri yaratmayı hedefler.”

Raporda kullanılan verilerin bir kısmı üç araştırmanın sonuçlarına dayanıyor: İKSV için GfK araştırma şirketi tarafından yürütülen Paydaşlar Araştırması Kalitatif Raporu, Paydaş Algı Araştırması Halk Paydaşı Raporu ve İstanbul’daki kültür-sanat kurumlarıyla gerçekleştirilen görüşmeler. Bu noktada bir parantez açıp, bu araştırmaların böyle bir rapor için önemli, ancak ne yazık ki yetersiz olduğunu eklememiz gerekir. Kültür-sanat alanındaki izleyici kitlelerini tanımak veya tanımlamak için yapılacak araştırmaların daha kapsayıcı ve nitelikli olması çok önemli. Örneğin, GfK tarafından yapılan Paydaş Algı Araştırması, Türkiye örnekleminde yapılırken, Paydaşlar Araştırması ve bağımsız araştırmacı Rumeysa Kiger tarafından gerçekleştirilen kurum görüşmeleri yalnızca İstanbul’dan seçilen bir örneklem ile yürütüldü. Bu noktada raporda da ifade edildiği gibi: “Türkiye’deki kültür-sanat alanını kapsam olarak belirlese de, araştırma sınırlarını İstanbul ile çiziyor. İstanbul’daki kültür-sanat evrenini, Türkiye’den izleyici ve kültür tüketimi verileri eşliğinde kısaca özetleyerek katılımcılık bağlamında neler yapılabileceğine bakıyor.”

Raporda yer verilen diğer önemli istatistikler de İpsos araştırma şirketi ve TÜİK’ten. İpsos’un 2016 yılında yaptığı bir araştırmanın sonuçlarını içeren “Türkiye’yi Anlama Kılavuzu”na göre “Toplumun yüzde 49’u hiçbir zaman sinemaya gitmiyor; yüzde 39’u hiç kitap okumuyor, yüzde 66’sı konser, tiyatro ya da opera gibi herhangi bir etkinliğe katılmamış; yüzde 81’i hiçbir enstrüman çalmıyor; yüzde 57’si video, VCD, DVD ya da internet üzerinden film veya dizi izlemiyor; yüzde 47’si hiç dergi okumuyor; yüzde 86’sı hiçbir hobi kursuna gitmemiş. En sık yapılan aktivite ise yüzde 85’le televizyon izlemek.”

TÜİK tarafından yürütülen araştırmalarda ise katılımcılık göstergesi olarak sadece sayısal veriler kabul ediliyor, bu alanla ilgili niteliksel verilere hiç yer verilmiyor. Bu da bize Türkiye’deki kültür-sanat hayatına katılımla ilgili önemli bilgileri derleme, analiz etme ve bunlarla birlikte bir politika ve strateji geliştirme imkanı vermiyor. Bu noktada önemli bir adım, Türkiye’deki kültür-sanat kurumlarının ve bu kurumları bir araya getiren TESDER, YEKON vb. üst yapılanmaların düzenli bir veri toplama yöntemi benimsemesi, topladığı verileri kamusal bir sistemle raporlaması ve analiz etmesi olur.

İzleyici geliştirmeden katılımcı oluşturmaya

“Katılımla ilgili literatüre bakıldığında ekonomi temelli yaklaşımlarla, bunların yetersiz kaldığını iddia eden ve bireyin motivasyonunun yanında toplumsal faktörleri öne çıkaran sosyolojik yaklaşımların yan yana durduğu görülür.” Ayça İnce’nin bu saptamasından yola çıkarak, bireylerin kültür-sanatla kurduğu ilişkiye basit bir şekilde ‘katılıyor’ ya da ‘katılmıyor’ olarak sınıflandırmak oldukça yetersiz ve yanlış.

Rapor, kültür alanındaki kurumların hitap ettikleri bireyleri izleyici, seyirci, tüketici veya müşteri gibi tanımlanan kitleler olarak görerek halihazırdaki kültür-sanat etkinliklerine ilgi gösteren ve katılan kitleyi kendilerine çekecek şekilde konumlanan izleyici geliştirme yaklaşımının, artık geçerli ve yeterli olmadığını söylüyor. Bunun yerine, bütün birimlerini ve süreçlerini ‘katılımcı yaklaşımlar’ ile tekrar kurgulayan, bu yaklaşımı sahiplenip stratejik plan ve bütçe gibi araçlarını seferber eden kurumların bu alanda başarılı sonuçlar elde edebileceğinin altını çiziyor: “Katılımcı pratiklerin hayata geçebilmesi için başta kültür-sanat kurumlarının tüm birimlerinin işbirliği halinde bu uzun soluklu sürece adanmış olması gerekir. Her kurumun kendine ve hitap ettiği kitleye tekrar bakmasıyla başlayan bu süreç, iç içe geçmiş ve süreklilik arz eden adımları barındırır. Bir yandan klasik izleyici geliştirme faaliyetlerinde bulunarak mevcut kitleyi tanıma, katılım şekillerini tespit etme ve varsa katılımların önündeki engelleri tanımlayarak bertaraf etme çabasını gerektirir. Diğer yandan ise katılımcı yaklaşımları gözeterek bugüne kadar ulaşılamayan kitlelere hitap etme arayışını da içerir.”

İzleyici ve katılımcı kavramlarını açıklığa kavuşturan rapor, kültürel hayata erişim ve katılım bağlamını referans alarak ‘herkes için kültür’ önerisini sunuyor. Bu noktadaki ‘katılımcılık’ anlayışı, sadece halihazırda izleyici olanları değil, toplumdaki herkesi cinsiyet, yaş, din, dil, ırk, statü gözetmeksizin hedefliyor.

Kültür-sanat kurumları her zaman yeni izleyicilere ulaşmayı hedefler. Ancak Türkiye’de zaten sınırlı sayıda olan bir pasta, yine sınırlı sayıdaki kültür aktörleri tarafından paylaşılıyor. Bu alanda yapılan sınırlı araştırmalar da Türkiye’de kültür-sanat olarak tanımlanan alanın çok kısıtlı bir izleyici kitlesine sahip olduğunu gösteriyor. Aynı kitleler sürekli olarak İstanbul Müzik Festivali’nde bir klasik müzik konseri izler, İş Sanat’taki dans gösterisine gider, ARTER’deki sergiyi gezer ve İstanbul Modern’in eğitim programlarına katılır. Bu kısıtlı kitlelere ulaşmak bir anlamda çok da özel bir çaba gerektirmediği gibi, kültür kurumlarına büyük işbirliği potansiyelleri sunmanın yanı sıra farklı rekabet alanları açmayı da zorlaştırır. Örneğin, aslında birbirine rakip olarak görebileceğimiz iki kurum, İstanbul Kültür Sanat Vakfı ve Zorlu Performans Sanatları Merkezi, geçtiğimiz ay yeni işbirliklerini açıkladı. Aynı izleyici kitlelerine benzer programlar sunan bu iki kurum, pastanın bölüşülmesi yerine bölüşülen dilimin paylaşılmasını esas aldı. Ancak raporda da belirtildiği gibi, “Katılımcılık yaklaşımları bu pastanın yeniden bölüşülmesinden çok, gerçek anlamda geliştirilmesini savunur.” Çünkü pastanın büyük kısmı izleyici olmayanlardan veya potansiyel izleyicilerden oluşuyor denebilir.

Kimler katıl(a)mıyor?

Türkiye’deki kültür kurumları “Kimler katılıyor?” sorusuna kendi hizmet ve deneyim alanları üzerinden çeşitli yanıtlar verirken, katılımcılık yaklaşımları dikkate alındığında sorulması gereken “Kimler katıl(a)mıyor?” sorusu bu noktada ne yazık ki es geçiliyor. Katıl(a)mama sebeplerini belirlemek ve bunları çözmeye çalışmak, kurumların bu noktada ölçüm süreçlerinin doğal bir parçası haline gelmeli.

Rapor, Türkiye’de ilk defa araştırma bulgularıyla desteklenen sonuçlara göre belirlenen kültür-sanat hayatına katılma motivasyonlarıyla katıl(a)mama sebeplerini de sıralıyor. Bu sebepler bireysel, çevresel, fiziksel ve maddi sebepler olabileceği gibi ulaşılabilirlik, güvenlik ve iletişimle ilgili de olabiliyor. Bu noktada önemli bir konu; kişisel önyargılar ve sosyal çevreden kaynaklanan nedenler gibi bireysel engeller her ne kadar çok önemli olsa da, bunları kaldırmak ve öncelikleri değiştirmek uzun bir süreç, kolektif çaba gerektiriyor. Rapor, bu tür izleyiciler için özel karşılaşma ve deneyimleme fırsatları yaratmayı öneriyor.

Türkiye’de bireylerin kültür-sanat etkinliklerine katıl(a)mamasının bir başka nedeni de maddi durum ve kurumların fiyat politikaları nedeniyle erişim engelleri. Ekonominin hızla kötüye gitmesi, gelir farkının yükselmesi, işsizliğin artması bu noktada maddi sebepleri etkileyen en önemli faktörler arasında. Bu faktörlerden yola çıkarak katılımın önünde duran engellerin aşılması için ise uzun vadeli politikalar gerekiyor. Raporun, bu noktada dikkat çektiği bir başka konu ise her biletten alınan yüzde 18 oranındaki KDV ve yüzde 10 oranındaki eğlence vergisi: “Türkiye’deki eğlence sektörünün gelişimi için çalışan Türkiye Etkinlik ve Eğlence Sektörü Derneği’nin (TESDER) tespitlerine göre eğlence vergisi bu ülkeye özgü bir uygulama. Dernek, halihazırda ödenen vergilere ek olarak yüzde 10 stopaj ve yüzde 20 gelir vergisini de ekleyince, bilet satışlarından en çok kamunun kazandığının altını çiziyor ve dünyada başka örneği olmayan bu verginin kalkması gerektiğini savunuyor.” Kültür alanında bireylerin katılımı önündeki maddi engelleri kaldırmak için yapılan çalışmalar arasında ücretsiz etkinlikler ve ziyaret günlerinden bahsedilebilir. Özellikle İstanbul’daki birçok müze, haftanın bir günü ücretsiz olarak gezilebiliyor. Bu uygulama iyi duyurulduğu ve belirli bir güne sabitlendiği takdirde alışkanlık yaratabilir. Ancak bu uygulamayla ne kadar farklı katılımcılara ulaşıldığının bilgisi ne yazık ki mevcut değil. Bu noktada sormamız gereken bir soru da, kültür kurumlarının, müzelerin ücretli ve ücretsiz etkinliklerinde katılımcı profillerini anlamaya yönelik farklı araştırmalar yürütüp yürütmedikleri. Bu müzelerin ücretsiz ziyaret günlerinde farklı katılımcılara eriştiğini ve bu noktada yeni bir katılımcı yarattıklarını söylemek mümkün mü? Yoksa bu ücretsiz müze günleri, yine halihazırdaki kültür-sanat izleyicisini geliştirmeyle mi yetiniyor?

Raporda dezavantajlı sosyoekonomik grupta yer alan vatandaşların faydalanmasını sağlamak üzere müdavim kartları, indirim kartları ve benzeri pazarlama araçlarını kullanmanın mümkün olduğu belirtilirken; İKSV’nin geçtiğimiz ay hayata geçirdiği, 1000 üniversite öğrencisine hediye edilen 250 TL değerindeki Kültür-Sanat Kart bu noktada bahsedilmesi gereken bir uygulama olarak kendisine yer buluyor.

Raporda bahsedilen bir diğer engel ise fiziksel engeller: “İstanbul’un özellikle engelli nüfusunun büyüklüğüne ve genel nüfusunun çeşitliliğine rağmen kültür-sanat mekanlarının bu nüfus yapısına yeterince uyum sağlayamadığı söylenebilir.” Ancak günümüzde engellilik, yalnızca bireysel bir durum değil. Çevreyi engelli bireylerin katılımına uygun hale getirmek, merkezi ve yerel yönetim başta olmak üzere, tüm toplumsal aktörlerin sorumluluğunda. Ne yazık ki, Türkiye’nin birçok kültür-sanat etkinliğinde halen göz ardı edilen bu durum, engelli ve sadık bir kültür-sanat izleyicisi olan Simto Alev tarafından kişisel web sitesinde raporlanıyor. Alev, 2013 yılında kaleme aldığı bir başka yazısında ise henüz yeni açılan Zorlu PSM ile yaşadığı deneyimi aktarıyor. İstanbul’un en yeni ve en yüksek bütçeli kültür merkezlerinden birinde engellilerle ilgili bir deneyim bu kadar olumsuz iken, kültür-sanat alanındaki daha eski ve bağımsız platformların bu konudaki yaklaşımları ne yazık ki hiç parlak değil. Bu noktada Türkiye’de engellilik ve kültür üzerine çalışan birey ve kurumların bir araya gelmesi, ortak çözümler üretmesi çok önemli.

Kültür-sanat etkinliklerine katıl(a)mama sebepleri arasında ulaşılabilirlik, güvenlik ve iletişim gibi konular da yer alıyor. Raporda, İstanbul gibi bir metropolde gündelik hayatın telaşı içinde kültür-sanat etkinliklerine yer açmak için bireylerin özel bir çaba sarf etmesi gerektiği söylense de bu durum gerçek bir veri olmaktan çok bir bahane olarak da gözükebilir. Ancak toplumsal hayata katılan bireylerin kültür-sanat etkinliklerinin duyurulup tanıtıldığı mecralara da aşina oldukları varsayımının yaygın olması, ne yazık ki doğru. Türkiye’deki birçok kültür-sanat kurumu, kültür-sanat etkinliklerini takip etmek için bir bakış açısı, planlama alışkanlığı, zaman ve emek gerektiğini göz ardı ediyor. Bu da kurumlara alıştıkları iletişim faaliyetlerini yürütme ve rahat alanlarından çık(a)mama sonucunu getiriyor. Kültür kurumları ya bütçesel ya da stratejik olarak aldıkları kararlarla belirledikleri hedef kitleler ve izleyici segmentlerine yönelik programlama ve iletişim faaliyetleri yürütürken, kültür-sanat etkinliklerine ilgisi olan ama katıl(a)mayan kişilerle, bu konuya hiç ilgi duymayan kişilere etkinlikleri duyurmayı es geçiyor.

Alandaki yeni yaklaşımlar

Rapor, kültür-sanat alanının tüm paydaşlarını ‘katılımcılık’ konusunun güncel ihtiyaçlarına cevap veren yeni yaklaşımları benimsemeye çağırıyor. Kültür kurumlarında eğitim ve işbirliklerinin yaygınlaştırılması, yerelleşme süreçleri, programlamada yenilikçi yaklaşımlar ve dijital teknolojilerin kullanımları bu yaklaşımların başında geliyor.

Bu noktada bahsedilen yeni yaklaşımlardan ilki olan eğitim ve işbirliklerinin yaygınlaştırılması konusunda bahsedilmesi gereken en önemli nokta, bu eğitim ve işbirliklerinin farklı niteliklerde ve sosyo-ekonomik koşullarda bireylerin katılımlarına olanak sağlayacak olması. Bu noktada verilebilecek en iyi örnek, farklı kitlelerin katılımına olanak sağlayan programlar geliştiren SALT.

SALT tarafından hayata geçirilen birçok program, farklı ve alan dışı kurumlarla geliştirilen işbirlikleri kültür-sanat alanına yeni katılımcılar kazandırmakla kalmayıp, bu alanda daha önce deneyimi olmayan kişileri alanın sadık birer kullanıcısı olma noktasına getiriyor. SALT’ın düzenlediği haritalandırma, açık arşiv, açık sinema, Bak Kim Var?, Kitaba Dönüşmek, Modern Denemeler, ses ve müzik keşifleri, yorumlama gibi farklı türlerdeki etkinlikler, işbirlikleriyle diğer kültür kurumlarının kültür-sanat beğenisini yaygınlaştırmak ve bu alana yönelik ilgiyi artırmak gibi amaçlarının yanında, izleyicilere yeni yollar açma, katılımcı bir yaklaşımla ilerlemeye yönelik geliştirildiğini söyleyebiliriz.

Kültür alanında katılımcı geliştirmeyle ilgili ikinci önemli yaklaşım olan yerelleşme, raporda yerel yönetimler ve kültür merkezleri üzerinden verilen örneklerle ele alınmış. İnce’nin 2012 yılında hazırladığı “Kültür Politikalarında Eşbiçimlilik: Kaçınılmaz mı, Bilinçli bir Tercih mi?” başlıklı araştırmasına göre İstanbul’da 39 ilçede 90’dan fazla kültür merkezi yer alıyor. Ancak raporda belki de eksik olan, bu kültür merkezlerinin kullanıcılarının kimler olduğu, bu birey ve grupların İstanbul’un kültür-sanat sahnesine ne şekillerde katkı sağladığı ve katılımıyla ilgili veriler. Kültür alanındaki özel kurumun ve belediye kültür merkezinin izleyicilerinin karşılaştırmalı bir analizi bu noktada önemli çıkarımlar yapmak konusunda yararlı olabilir.

“Kültür-Sanatta Katılımcı Yaklaşımlar”da bahsedilen üçüncü yenilikçi yaklaşım ise süreçleri katılımcı bir şekilde planlamada önemli bir role sahip olan programlama. Kültür kurumları, mekan kurgusunda yeniliklere giden, izleyici deneyimini derinleştiren, toplumsal dönüşümleri dikkate alan ve geleceğin izleyicilerine yatırım yapan programlar geliştirmeli.

Raporun, yenilikçi katılımcı geliştirme yaklaşımlarına verdiği son örnek ise dijital teknolojiler. Kültür-sanat kurumlarının neredeyse hepsi dijital teknolojileri gelecekteki iletişim stratejilerinin merkezinde konumlandırıyor. Kültür kurumlarına göre, yeni medya araçları ve çevrimiçi servislerin gelişimi, toplumun farklı kitlelerine daha hızlı şekilde erişmeyi mümkün kılıyor, kitlelerini yakından tanıma ve takip etme şansı veriyor. Fakat burada şu sorular ortaya çıkıyor: “Kültür kurumlarından kaçı dijital teknolojileri, yeni medyayı doğru ve etkili kullanıyor? Kaçı dijital araçlar ile elde ettiği izleyici verilerini analiz edip ona göre bir strateji geliştiriyor?” Rapor, dijital teknolojilerin kullanımına yerel ve küresel anlamda çeşitli örnekler verirken, ne yazık ki bu alanın kullanımındaki önemli konuların birçoğuna değinmiyor.

Dijital teknolojiler örneği altında yer alan iyisahne.com web sitesinin, bu noktada farklı bir alan açtığını ve iş modeli oluşturduğunu söylemek mümkün. Fakat bunun kültür-sanat alanında katılımcı yaklaşımlara iyi bir örnek olduğunu söylemek pek doğru bir yaklaşım olmaz. Dijital teknolojilerin gelişimini doğru takip etmek ve bu noktada diğer sektörlerle işbirliği yapmak tüm kültür-sanat kurumları için önemli. British Council’in hayata geçirdiği kültür-sanat ve teknoloji sektörlerini farklı içerikteki etkinliklerle bir araya getiren Tech4Culture programı bu noktada oldukça önemli bir girişim.

2009 yılında Londra’da hayata geçirilen ve sonrasında dünyada 316 şehre yayılan “Sofar Sounds” serisi de, alanda katılımcılık konusundaki yeni yaklaşımlara iyi bir örnek. Türkiye’de de 2013 yılında İstanbul’da başlayan bu seri bugüne kadar toplam 38 evde 120’ye yakın sanatçıyı 2000’e yakın izleyici ile buluşturdu. Ayrıca geçtiğimiz aylarda düzenlenen Sofar Festival’de de 1500 kişi ağırlandı. Sofar İstanbul konser videoları 30 milyona yakın bir görüntülenme elde etti. Sofar Sounds’un en önemli noktası, fiziksel konser izleme deneyimine getirdiği yeni bakış açısının yanı sıra çevrimiçi platformdaki yayınlarıyla bu deneyimi bir adım öteye götürerek her iki ortamı da entegre bir şekilde kullanması ve böylelikle kültür alanında kapsayıcı, aidiyet hissi yaratan bir katılımcı geliştirme politikası izlemesi. Bu politikanın, izleyiciyi deneyimin bir parçası olarak konumlandırmanın yanında onu ‘aktif katılımcı’ haline getirdiğini ve bunun izleyici deneyimini daha derin, nitelikli kıldığını söyleyebiliriz.

İzleyiciden aktöre giden yaklaşım

Ayça İnce raporda “Kültür-sanatta katılımcı yaklaşımlar alanın takipçilerine izleyicilikten aktör olmaya doğru giden bir yol açıyor” diyor. Bireylerin kültür-sanat etkinliklerinin salt tüketicisi olmasındansa daha aktif bir rol almasının yanında, kurumlarla bireyler arasında organik bir bağ ve aidiyet hissi yaratıyor. Bu noktada raporda da belirtildiği gibi kültür-sanata katılım salt “Satılan bilet sayısı üzerinden değil, kişilerin amatör sanat uğraşları, ev ortamında dinledikleri müzik, internet üzerinden takip ettikleri konser gibi sanatla farklı ilişkilenme biçimleri üzerinden de anlaşılabilir. (…) Bu anlamda kültür-sanatta katılımcı yaklaşımlar bireyin sanatla buluştuğu çeşitli bağlamları göz önüne alarak kültür-sanatta katılım tanımının kapsamını da büyütmüş olur.”

İKSV’nin kültür-sanatta katılımcı yaklaşımlar konusunda attığı bu adımlar, akla bir süre öncesine kadar tam da bu konuyu yakından ilgilendiren fakat çeşitli sebeplerden dolayı rafa kaldırılmış çeşitli İKSV uygulamalarını getiriyor. BiTamBiÖğrenci programı, İstanbul Film Festivali’nin festivalden önce üniversite ve liselerde yaptığı ücretsiz film gösterimleri, İstanbul Müzik Festivali ve İstanbul Caz Festivali’nin yabancı sanatçıları lise ve üniversite öğrencileriyle bir araya getirdiği eğitim programları, geleceğin kültür-sanat katılımcısı olan çocukları kültür-sanatla tanıştıran Minifest, İstanbul Film Festivali’nin Sultangazi’de Hoca Ahmet Yesevi Kültür Merkezi ve Maltepe’de Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde gösterdiği filmler, vakıf tarafından katılımcı yaklaşımlar geliştirmek konusunda atılan farklı adımlara iyi birer örnekti.

Rapor, bireyleri kültür-sanat alanının aktif katılımcısı ve izleyicileri ise kültür kurumlarının doğal ortakları olarak görmek konusunda bir adım atıyor. ‘Katılımcı yaklaşım’ konusunun kamu, yerel yönetimler, özel sektör, sivil toplum kuruluşları, akademi gibi tüm paydaşların bir araya geldiği platformlarda tartışılmasını hedefliyor. Bütün bu tartışmaların sonucunda ise bireylerin kültür-sanat hayatına dahil olması ve katılım pratiklerinin artırılması için üç temel öneri getiriliyor: Katılımın nasıl ölçüldüğünü ve izleyicinin katılım biçimlerini araştırmak, katılımın önündeki engelleri tanımlamak ve kaldırmak, izleyiciye ulaşmada yeni yollar açmak.

Peki sırada ne var?

“Kültür-Sanatta Katılımcı Yaklaşımlar” raporu, Türkiye kültür sektöründe önemli bir adım. Bu rapor, bugüne kadar olan yaklaşımları analiz ederek bir çerçeve çiziyor ve alanda önemli bir noktaya temas ediyor. Fakat bu rapordan yola çıkarak başlatılması gereken bir tartışma ve bu tartışmadan yola çıkarak hazırlanması gereken bir aksiyon planı var. Alanın tüm aktörlerinin içinde yer aldığı bir panel ve atölye çalışması düzenlemek; bu atölyeden çıkanlar üzerinden büyük resmi görerek bir aksiyon planı hazırlamak da yine İKSV’nin elinde. Bu noktada önemli sorulardan biri de, kültür-sanatta katılımcı yaklaşımlar, kamunun kültür politikalarına, yerel yönetimlerin ve kurumların stratejik planlarına ve son tahlilde kültür-sanat tüketicilerinin günlük hayatında nereye oturacak?