*Bu yazı Istanbul Art News Ocak, 2019 Sayı: 58 Piyasa eki için yazılmıştır.
Kültürün kamu ile ilişkisinin kısıtlı olduğu bir dönemden geçiyoruz. Kamusal bir kültür politikasından söz etmek mümkün değil. Türkiye’nin en büyük şehri İstanbul’un farklı alanlarda hizmet veren kamu kaynaklı bir kültür merkezi yok. Günlük gazetelerin kültür-sanat sayfaları çoktan kayboldu. Televizyonda kültür-sanat alanına odaklı bir program olmadığı gibi, haber bültenlerinde bir kültür-sanat etkinliğinin yer alması ise bir mucize olarak görülüyor. Kamusal alanda etkinlik yapmak için bin dereden su getirmek gerekiyor. Yine kamu tarafından sunulan ulaşım, iletişim, sağlık ve diğer birçok hizmet, ya özelleştirildiği ya da kâr amacı gütmeye itildiği için kültürle olan ilişkisinden uzaklaştı. Sergilerin belediye otobüslerinin üstlerini bir reklam alanı olarak kullandığı yıllar çok geride kaldı. 2013 yılında İstanbul Bienali’nin PTT iş birliğiyle ürettiği pul ise şık ve nostaljik bir kamusal hareket olarak hafızalarda yer edindi. Konu, kültüre erişim veya katılım olduğunda kültür kurumları hep ilgisizlikten dem vurur. Fakat kamunun sınırlı ilgisini yine kamunun sınırlı bilgisine bağlamak mümkün mü?
Kültür-sanat alanındaki birçok özel şirket veya sivil toplum kuruluşu, kamu kaynaklarını kullanmanın yanı sıra, kamu yararına çalıştıklarını ve sosyal fayda odaklı olduklarını söylerler. Ancak söz konusu kamuyu bilgilendirmek olduğunda neredeyse hiçbir kültür kurumunun değerlerinde ve kültüründe şeffaflığı bulmak mümkün olmuyor. Türkiye’nin önde gelen kültür kurumlarının ve müzelerinin kamu nezdindeki bilinirliğini sorguladığımızda genelgeçer cevaplar ile popüler birkaç anekdotu duymamız elbet mümkün. Ancak söz konusu sektörel bilgiler, finansal veriler, kurum politikaları olduğunda kamu, sektör paydaşları ve biz gazeteciler için başka bilgiler ve verilere de kuşkusuz ihtiyaç var. İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından hazırlanan üç yıllık kurum stratejisinde hangi bilgilerin ve hedeflerin yer aldığı veya nasıl bir yol haritası çizildiğini kim biliyor? İstanbul Modern koleksiyonuna en son hangi sanatçıların, hangi eserleri dâhil edildi? 2019 yılı sonunda açılması planlanan Arter’de nasıl bir ekip formasyonu olacak? Vehbi Koç Vakfı Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndaki hangi eserler, nasıl bir kürasyon ile yer alacak? Yönetim kurulu değişen, ekibi küçültülen, elindeki birçok proje ve ürün iptal edilen, hatta bugünlerde taşınması planlanan Pozitif kapanacak mı? 2017 yılında verdiği bir röportajda “Sanat dünyasının en büyük sıkıntısı yetişmiş eleman eksikliği. Müzedeki obje sayısı değil, eserlerin emanet edileceği uzman sayısı önemli.” diyen Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer, 2019 yılında iş ilanı vererek ekibini büyütmeyi düşünüyor mu? İşte tüm bu sorulardan yola çıkarak sektöre şeffaflık çağrısı yapıyoruz.
Çevrimiçi ve kamuya açık bir faaliyet raporu
İstanbul Kültür Sanat Vakfı, bildiğimiz kadarıyla kamuya açık bir ‘faaliyet raporu’ yayınlayan tek kültür kurumu. 2013 yılından beri bunu gerçekleştiren kurum, raporlarında geçtiğimiz yılın etkinlik ve katılımcı odaklı verilerini sunarken, ayrıca ekip formasyonu, bütçe dağılımı, sponsorluk ve kamu katkıları listelerine de yer veriyor. Örneğin, İKSV’nin 2013 ile 2017 yılları arasındaki faaliyet raporlarındaki bütçe dağılımları incelendiğinde İKSV’nin toplam gelirinin 15 milyon lira civarında arttığını, bu artıştaki bilet satış gelirlerinin TL bazında artarken yüzdesel olarak ise oldukça azaldığını gözlemlemek mümkün. Bulduğu her fırsatta kültür-sanat alanındaki kamu katkısının önemine dikkat çeken kurumun, kamudan aldığı desteğin son 5 yılda yüzde 4’ten yüzde 7,4’e çıktığını görüyoruz. Bu açıdan bakarsak kamuya yapılan çağrıların yerini bulduğunu söyleyebilir miyiz? Keza Lale Kart destekleri ile gelen gelirin yüzde 6’dan yüzde 8’e çıktığını gözlemleyebiliyoruz. Yine aynı tabloları karşılaştırarak, İKSV’nin nakdi sponsorluklarının gelir dağılımında yüzdesel olarak azaldığını görmemiz mümkün. Bu tablolar, esasen bize çok çarpıcı veriler sunuyor. Kültür kurumlarının artık sadece sponsorluk odaklı finansal modellere bel bağlayamayacağını, üyelik programı ve bağış mekanizmaları, ürün ve hizmet geliştirme ve alternatif fon modellerinin öneminin giderek arttığını görmek mümkün. Ancak tüm bunların yanında sektörde karşılaştırmalı bir veri analizinin olmadığı da bir gerçek. Ne yazık ki, İKSV dışında herhangi bir kültür kurumunun veya müzenin çevrimiçi ve kamuya açık bir faaliyet raporu olmadığı için bu verileri sektör içindeki başka verilerle karşılaştırmak, bir analiz yapmak veya buna göre bir strateji veya politika geliştirmek mümkün değil.
Kültür sektöründe şeffaflık konusunu ele alırken, bu alanda özellikle müzeler ve şeffaflık konusuna da değinmek gerekiyor. Müzecilik Meslek Kuruluşu Derneği Başkanı Canan Cürgen’e bir müzenin şeffaf olmasının ne demek olduğunu ve bir müzenin şeffaflığının kamu nezdinde nasıl bir önem taşıdığını veya fark yarattığını sorduğumuzda bizi şöyle yanıtlıyor: “Şeffaf, saydam olmak, iç ve dış olarak konumlamak gerekirse her iki tarafın diğerini görebilme hâli olarak tanımlanabilir. Müze söz konusu olduğunda, koleksiyonu korumak üzere yükselen bir kabuk olarak duvarlar, dışında kalan ziyaretçinin/kamunun ilgisini içeri alan geçirgenlikte olmalıdır. Müze nesnesinin bilgisine ulaşması beklenen kamu gözetilmelidir. ICOM’un yayınladığı Müzeler İçin Etik Kuralları metni bu şeffaflığı sağlamak adına tüm işlemlerin birer politika çerçevesinde gerçekleşmesini tavsiye eder: Müzeler, somut ve somut olmayan doğal ve kültürel mirastan sorumludur. Yönetim ve denetimleri ile ilgili kişiler hem bu mirası hem de bu amaçla sağlanan insani, mail ve fiziksel kaynakları koruyup geliştirmekten birinci derecede sorumlular. Müzelerin görevi doğa, kültür ve bilim mirasını korumaya bir katkı olarak koleksiyonlar edinmek, bu koleksiyonları korumak ve geliştirmektir. Müze koleksiyonları önemli bir kültürel miras olup yasada özel bir yere sahiptirler ve uluslararası mevzuat tarafından korunur. İyi yönetim kavramı, bu ‘kamu yararı’ görevinin organik bir parçasını oluşturur ve yasal mülkiyet, kalıcılık, belgeleme, erişilebilirlik ve uygun elden çıkarmayı içerir. Koleksiyon temini, elden çıkarma, gelir sağlama, istihdam, süreklilik, belgeleme, koruma, erişilebilirlik, sergileme, yayın, kültürel varlığın iadesi, mesleki sorumluluk, gizlilik, güvenlik, tüccarlarla etkileşim gibi başlıklar, her müzenin etik kurallar doğrultusunda yürüttükleri iş ve işlemleri yazılı ve beyan edilebilir hale getirmesini önerir. Müzecilik meslek etiği tüm bu alanlarda şeffaf, erişilebilir ve hesap verebilir olmayı gerektirir. Müze özündeki bilgi muhafazası nedeniyle esasta kamuya aittir. Müzenin varlık nedeninin bilincinde olması şeffaf olmasını gerektirir. Halk ne yaptığımızı bilirse, bizi istek ve beklentileri konusunda doğru yönlendirecektir. Şeffaflık ayrıca halkı işimize dahil etmeye de yardımcı olur. Müzeler içeride beyaz küpler olabilir ama dışarıdan birer kara kutu gibi görünürler. Gizemli, anlaşılması zor kurumlar/ mekânlar olarak algılanabilir. Müze nasıl koleksiyon satın alır? Satın aldığı tüm koleksiyona ne olur? Sergiye neyin dahil edildiğine, neyin çıkarılacağına kim karar veriyor? Bağış yaptığım para nereye gidiyor? Bunlar sıklıkla müze çalışanları için bile gizemli olabiliyor. Kamunun anlamadığı bir kuruluşu desteklemesi zordur, şüphelenmesi ise oldukça kolay.”
Cürgen, Türkiye ve dünyadaki farklı müzeleri ve müze iletişimlerini karşılaştırdığında şeffaflık bakış açısından ve iletişim yaklaşımlarından aralarındaki farkı şöyle özetliyor: “İnternet üzerinden müzeye erişim şeffaflığı kolaylaştırır. Geleneksel olarak gizli tutulan bilginin, şimdi erişilebilir olup olmadığını yeniden düşünmemiz gerekir. ‘Bağışçılar kim? Bağışlanan para nereye, nasıl harcanıyor? Koleksiyondan çıkarma, eser ödünç verme süreçleri kime, neye göre belirleniyor?’ TATE Britain, British Museum, MoMA gibi pek çok müzenin koleksiyon yönetim politikalarına internet siteleri üzerinden ulaşabiliyoruz. Yine pek çok müzenin koleksiyonuna internet üzerinden erişebiliyoruz. Örneğin, ülkemizde Pera Müzesi ve Türk İslam Eserleri Müzesi gibi müzeler, internet üzerinden koleksiyonlarına dair ayrıntılı bilgi yayınlıyor. Ama pek çok özel müze ve devlet müzesi erişilebilirlik ve şeffaflık adına atması beklenen adımları henüz atmış değil. Varlık nedenini, misyonunu, vizyonunu, koleksiyonunu beyan etmiş değil. Bu doğrultuda bir yaptırım da yok bildiğiniz gibi. Konu sadece etik çerçevede. Tabii bekleyen kim; onu da tartışmakta fayda var. Bu şeffaflığı Bakanlık bekliyor mu? Mütevelli Heyetleri bekliyor mu? Danışma kurulları, bağışçılar, vergi mükellefleri bekliyor mu? Elbette şeffaflıktan yana olmayanlar da var. Birçok sanat ve arkeoloji müzesi geleneksel olarak bir elitin koruyucusuydu. Müze, seçtiği tarihi topladı; takdir ettiği sanatı satın aldı, hikayelerini anlattı ve kısmen desteklendi. Müzeleri doğrudan ödenek yoluyla ya da bağışlarla, vergi mükellefi desteğine bağlı olması nedeniyle kapalı bir konumda tutmak daha da zorlaştı. Küratörler ve müze eğitmenleri ‘hem mükemmellik hem de eşitlik’ için çabalarken, müzelerle kamu arasında yeni iletişim kanalları açılmaya başladı. Bu açılış, bugün görmeye başladığımız şeffaflığa doğru ilk adımdı. Kamu eğitimi ve katılımı arttıkça şeffaflık gittikçe daha cazip hale geldi ve internet de erişimi daha kolay hâle getirdi.”
Sanatçı, müze uzmanı ve eğitmen Tomur Atagök’ün Deniz Müzesi açılışında yaptığı “Türkiye’de Müzecilik: Yeni Kavram ve Uygulamalar” başlıklı konuşmasındaki şu ibareleri de bu konuyu tartışırken tekrar hatırlamamız gerekiyor: “Türkiye’de 1983 tarihli 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasa ve Yönetmelikleri bugünkü ortamda somut olan ya da olmayan geçmişin korunması için önlemlerin alınmasına olanak sağlasa da müzelerin toplumun tümüne uzanamadıkları gerçektir. 5226 sayı ve 14.7.2004 tarihli yasa ile değiştirilerek müze ve alan yönetim konularının toplumla paylaşımına doğru adımlar atılmıştır. Vakıf ve derneklerin kamu kuruluşları ile ilişkilerini yeniden düzenleyen 5072 sayı, 29.01.2004 tarihli yasa da müze ve toplum ilişkilerine yeni bir yaklaşımı belirlemiştir. Yine özel müzelerle ilgili olarak bazı yeni uygulamalar yeni yasa ve yönetmelikler kapsamında ele alındı. Ancak müzelerimizin anayasamızın 63. maddesinin sorumluluğunu yerine getirmekte zorlanmasındaki nedenlerin başında bu yasa ve yönetmeliklerin uygulanmasında bulunan sorunları da saymalıyız: Bakanlığın genellikle devletin ayırdığı bütçesinin düşük seviyede olması, yeterli sayıda uzman eleman çalıştıramaması, müzecilik uzmanlık eğitiminin YÖK tarafından kabul edilmemiş olmaması, müze binalarının bakımında yetersizlik, sağlıklı müze ortamı ve güvenliğinin eksikliği, toplum ile ilişkilerde göz ardı edilen stratejiler.”
Sanat hukuku avukatı ve yazar Pınar Sönmez, kültür alanındaki şeffaflığı müzeler üzerinden şöyle yorumluyor: “Bilimsel bir kurum olan müzenin hukuki yapısı, politikası, işleyişi mutlaka doğru idari ve hukuki kararlar üzerinde yükselmeli. Çok sayıda müze türü olmasıyla birlikte tarih ve sanat müzeleri her daim geniş seyirci kitleleri ile, yarattıkları etki alanı ile üzerinde çok konuşulan, düşünülen kurumlar. Bu nedenle hukuki olarak yasaların elverdiği, koruduğu ve denetlediği oranda şeffaflık, müzeye dair her türlü yasal uygulamanın herkese açık ve hesap verilebilir olması müzelerin çalışmasının meşruiyetini ve devamında, hukuki işlemlerin hakkaniyete ve hukuka uygunluğunu sağlayacaktır. Öte yandan eser alım politikalarının belirlenmesinde sanatçı ile yapılan sözleşmelerin, diğer kurumlarla yapılan iş birliği sözleşmelerinin, sergi anlaşmalarının da kamusallığın ve meşruiyetin bir parçası olduğu göz önünde bulundurulmalı, gerekli özen gösterilmelidir. Mart 2016’da gerçekleşen Çanakkale Müzeler Buluşması’nda müzelerin fikri haklar açısından önemini, dikkat edilmesi gereken hususları anlatmaya çalışmıştım. Vergilendirme ve bütçe şeffaflığının yanı sıra eser sahibi veya mirasçılarının, müzeleri özellikle ilgilendiren, eserde değişiklik yapılmamasını isteme hakkına, adın belirtilmesi hakkına, eserin aslına ulaşma hakkına usulünü gözeterek uymaları daha sonra oluşabilecek ihtilafları da önleyecektir. Türkiye’de müzeden ve özellikle sanat müzesinden bahsediyorsak kamusal alanın başlangıç noktası tabii ki Türkiye’nin ilk modern sanat müzesi Resim Heykel Müzesi olmalı. Bir kanunun maddelerini çözümlemeden yapılması gereken ilk şey kanunun amacına bakmaktır. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun amacı, sanatçının korunması ve ülkemizde sanatın yükseltilmesi olarak öngörülüyor. Anayasa’da ve özel kanun hükümlerinde açıkça yazılı bu amacın Resim Heykel Müzesi eserleri için de uygulanmasını diliyorum. Zira Resim Heykel Müzesi’ndeki eserler sadece ülkemizin değil, insanlığın kültür birikiminin de parçasıdır.”
Kamuyla bilgi paylaşımı
Bu şeffaflık konusu sadece finansal veriler ile de sınırlı değil üstelik. Örneğin, İstanbul Modern’in kamu nezdinde çok tartışılan ve bir iletişim kazası örneği olarak nitelendirebileceğimiz taşınma konusunu ele alalım. İstanbul Modern, Kasım 2016’da yaptığı kamu açıklamasıyla ve 28 Ocak – 20 Temmuz 2017 tarihleri arasında düzenlediği “LİMAN” sergisinde müzenin geçici olarak Paket Postanesi’ne taşınacağını haber vermişti. Ancak Mart 2017’de Paket Postanesi yıkıldı. Bu tarihten itibaren ise İstanbul Modern tarafından Paket Postanesi’ne, geçici mekâna ve yeni müzeye dair hiçbir açıklama yapılmadı. Şubat 2018’e geldiğimizde ise müzenin geçici olarak Beyoğlu’ndaki eski Union Française binasına taşınacağı açıklandı. Müze, neredeyse bir yıl boyunca taşınmaya, geçici mekâna ve yeni yapılanmasına dair hiçbir bilgiyi kamu ile paylaşmadı. Müzenin geçici mekânına nasıl taşındığı ise yine başlı başına bir konu. Bir müze nasıl taşınır? Kalıcı koleksiyon nasıl yerleştirilir? Arşivler ve eserler nasıl korunur? Nelere dikkat edilir? Müzedeki birimler nasıl şekillendirilir? Bunlar ve başka birçok soru, müzecilik alanında eğitim gören öğrenciler, müze profesyonelleri, sanat eleştirmenleri ve kültür-sanat gazetecileri için birer muamma. İstanbul Modern’in kamu ile paylaşılan verilerine baktığımızda da bir kafa karışıklığı yaşıyoruz. 2016 yılında yaklaşık 50 bin çocuk ve gencin sanat eğitimi aldığını ve 520 bin ziyaretçi ağırladığını söyleyen İstanbul Modern Direktörü Levent Çalıkoğlu, 2017 Ocak ayında NTV’ye verdiği röportajda ise “İstanbul Modern olarak sanatın iyileştirici gücüne inanıyoruz. Buna inanan ziyaretçilerimizin varlığı da bizi mutlu ve motive ediyor. 2017 yılının başında gerek ziyaretçi gerekse ücretsiz sanat eğitimiyle buluşturduğumuz çocuk ve gençlerimizin artacağına inanıyoruz.” şeklinde bir açıklama yaptı. İstanbul Modern tarafından 2017 yılının sonunda servis edilen basın bülteninde ise İstanbul Modern’in 2017 yılında 580 bin ziyaretçiyi ağırladığını ve 50 bin çocuk ve gencin ücretsiz sanat eğitimleriyle buluşturduğunu görüyoruz. Yine aynı bültende geçen “2017 yılında müze ziyaretçisinin geçtiğimiz yıla göre yaklaşık yüzde 20 artış gösterdiği” ifadesi ise biraz sorunlu. Zira aradaki artış ‘yaklaşık yüzde 20’ değil, sadece yüzde 11. Keza 2017 yılında 440 bin kişiyi ağırlayan 14. İstanbul Bienali’nin de sergi mekânlarından biri olan İstanbul Modern’in belki de İstanbul Bienali olmasa ziyaretçi sayısının azaldığını söylemek mümkün mü olacaktı? Ve yine ‘yaklaşık 50 bin’ ifadesinin her iki açıklamada da sabit kaldığını görüyorsak, İstanbul Modern’in eğitim projelerinin ulaştığı kişi sayısını artırmadığını söylemek mümkün mü?
Müze alanındaki şeffaflık konusu, geçtiğimiz yıllarda santralistanbul Çağdaş Sanat Müzesi koleksiyonundaki eserlerin bir müzayedede satışa sunulması ile de gündeme gelmişti. Bu konu, lebriz.com’da yer alan makalede şöyle değerlendiriliyor: “Düzenlenen müzayedede, satışa çıkarılan 145 eserden 69’unun santralistanbul’un müze koleksiyonundan çıkmış olması sanatseverler tarafından tepki ile karşılandı. Sanat eserlerinin müze koleksiyonundan toplu halde çıkarılıp –üstelik de bir müzayede yoluyla– satışa çıkması, dünyada eşine pek rastlanır bir durum değil. Öyle ki özel müze kurmak her ne kadar özerk bir işmiş gibi görünse de aslında tam aksine toplumda var olan her kurumda olduğu gibi, yasalarla sınırlandırılmış bir özgürlüğe sahip. Fakat santralistanbul’un bu girişimi tamamen yasalara uygun bir süreç içerisinde tamamlanmış. Santralistanbul, müzayede öncesinde bazı eserleri bakanlık tarafından görevlendirilen kişilerin de onayları dâhilinde envanterden düşürmüş ve eserlerin sorunsuz bir şekilde satışa hazır hâle gelmesini sağlamış. Kurumun müze koleksiyonunu tasfiye etmesi Bilgi Üniversitesi’nin değişen yönetimine bağlansa da, akademisyenlerden sanatçılara kadar pek çok kişi bu durumdan pek de memnun değil.”
Yine aynı yazıdaki şu ifadeler de kurum-kamu ilişkisi hakkında tekrar düşünmemizi sağlıyor: “Şüphesiz ki 2007’de açılan santralistanbul’un çağdaş sanat müzesinin sonradan alınan bir kararla derslik hâline getirilerek (giriş katı hariç) koleksiyonun da açık artırma yoluyla tasfiye edileceği düşüncesi kimsenin aklına gelemezdi. Özel müzelerin birincil işlevleri sanatı prestij, reklam aracı ya da ticari amaçlı kullanmak olmamalı. Müzecilikte, ticari kaygılardan arınmış bir anlayışla eser toplama, koruma ve sergileme öncelikli görev olarak bilinmeli. Ayrıca bir müze koleksiyonu oluştururken haddinden fazla titiz davranılmalı, koleksiyona alınan eserlerin elden çıkarılması gibi hatalara düşülmemeli. Unutulmamalıdır ki müzeler, ulus için kuşaklar arası değer aktarımını sağlama, uluslararası boyutlarda da milli bir övünç kaynağı olma işlevini de bünyesinde bulunduran oluşumlardır. Bu sebepten müzeler, salt kişilere ya da devlete ait kurumlar değil topluma ait –topluma mâl olmuş– kurumlardır ve öyle olarak kalmalıdır.”
Kültür-sanat alanında insan kaynakları problemi
Konu şeffaflık olduğunda bir başka tartışma odağı ise bu alanda sıklıkla dile getirdiğimiz insan kaynakları sorunu. Kültür kurumlarının neredeyse çoğu, ekiplerindeki görev değişikliklerini ve atamaları duyurmayı gerek görmüyor. Hatta İstanbul Modern, Pera Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi gibi bu alandaki önde gelen özel müzelerin ekiplerindeki kişileri internet sitelerinde bulmak mümkün bile değil. Vehbi Koç Vakfı’nın 2019 yılının Eylül ayında açılacak müzesi Arter’de yakın zamanda pek çok arkadaşım işe başladı. Hepsi de işlerini çok iyi yapan, bu alanda oldukça tecrübeli kişiler. Peki Arter’in bu pozisyonlar için çalışacak kişiler aradığından kamunun veya sektörün haberi oldu mu? Bu pozisyonlar için neden bir iş ilânı verilmedi? Kültür-sanat alanlarından eğitim veren onlarca okul ve bölümden mezun olan kişiler bu pozisyonlara başvurma şansını neden yakalayamadı? Bu pozisyonlar için ne gibi yetkinliklere ve niteliklere ihtiyaç duyulduğunu biliyor muyuz? 2019 Eylül’ü geldiğinde kaç kişilik bir Arter ekibi olacak? Zaten kısıtlı kültür-sanat çalışma alanı içerisinde müzecilik alanında eğitim gören kişilere bu müzede bir ekmek var mı? Yurt dışındaki kültür kurumları, müzeler ve bienaller direktöründen asistanına kadar her pozisyon için ilân açar ve hatta bir kısmı, pozisyonların maaş aralıklarına kadar belirtirken, Türkiye’deki kurumların bu alanda hâlen yerinde saydığını, kimseye eşit şartlarda değerlendirilme şansı vermediğini görüyoruz.
Kültür sektöründeki bu şeffaflık sorunu, sadece bu sektöre has bir konu değil tabii ne yazık ki. Türkiye, hükümetlerin, belediyelerin ve hatta sivil toplumun bile şeffaflık ile sorun yaşadığı bir ülke. Canan Cürgen, bu konunun kültür sektörüne has olmadığını şu cümleler ile çok güzel dile getiriyor: “Ezcümle, şeffaflık bir kültürel tutumdur. Hangi yönetim, denetim mekanizmamızın hangi kurumu şeffaf olabilmiş? Bence hep birlikte bu soruyu soralım kendimize. Vereceğimiz yanıta yeni bir soru olarak ‘Acaba niye?’ diye ekleyerek.” İşte tüm bu sorunları dile getirerek ve soruları yönelterek kültür sektörüne bir şeffaflık çağrısı yapıyoruz.
Gelecek ancak geçmişin sahiplenilmesi ile yaşanabilir*: Müze Gazhane