Labirent Sanat, 9 Aralık 2021 – 22 Ocak 2022 tarihleri arasında “Hiçbir Yerden Bakış” başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. İsmini düşünür Thomas Nagel’in aynı isimli kitabından ilhamla alan sergi; Beyza Boynudelik, Burçin Erdi, Reşat Bayraktar ve Serhat Akavcı’nın farklı bakış açıları ve yöntemlerle ürettikleri işlerini bir araya getiriyor.
“Hiçbir Yerden Bakış” sergisi, dünyayı bütün olarak kavrama ve anlamlandırma sürecimizi biçimlendiren, genişletilmiş bir bilinç oluşturmamıza olanak sağlayan, öznel ve nesnel bakış açılarının düşünsel sürece katkılarını; benzer dönemlerde, aynı formasyondan geçmiş, farklı bakış açısı ve formülasyonlarla üreten dört sanatçının işleri üzerinden okunabileceği bir geçiş alanı yaratıyor.
Yaşamımızın belli bir döneminde sınır bir tecrübe yaşadığımızda ya da bizi zorlayan bir olguyla karşılaştığımızda “ben kimim?” sorusuyla başlayan ve olmak fiilinin arkasında yatan şeyi anlamayı amaçlayan sorgulama sürecinin içinde buluruz, kendimizi. Ben kimim? sorusu benin olmaklığının koşulu olan, varlığımızın onaylandığı, vücut bulduğu birlikte yaşadığımız kişileri de kapsayan “biz neyiz? nereden gelmekteyiz? nereye gidiyoruz?” diye çoğaltılabilecek bir dizi soru kümesini de beraberinde getirir. Öznel bir deneyimle başlayan kendi varlığımızı konumlandırma ve anlama girişimi, bedensel ve zihinsel sınırlarımızın dışına taşan, halkalar halinde büyüyerek önce çevremizi, içinde yaşadığımız toplumu, coğrafyayı, dünyayı ve nihayetinde parçası olduğumuz evreni sorgulama ve anlamlandırma sürecini de başlatır.
Bir anlamda “Biz neyiz? Nereden gelmekteyiz? Nereye gidiyoruz?” soruları bireyi felsefenin, bilimin ve sanatın alanına yaklaştırır. Her kültür bu soruları bir şekilde sormuştur ve yanıtlarını elde etmek için izlediği bir yaklaşım vardır. Bilim, hayal gücünü deneysel sonuçlarla birleştirerek, kanıt üzerinde ısrar ederek, nesnel bir yaklaşımla somut verilerle ilerken; sanat, hayal gücüne yaratıcısının öznel dünya görüşünün aracılık ettiği, olasılıklar ağı üzerinden yol alır.
Sanat eserleri, şeylerin gerçek nesnel doğasını göstermeyi amaçlayan bilimsel teorilerden kökten farklıdır: sanatçılar öznel dünya görüşlerini yaratırken, bilim adamları teoriler, yasalar, hipotezler ve çözümler sunabilir. Bilim, dünyanın fiziksel doğasını ilgilendiren sorunlara ve “olguların” dikkatli bir incelemesine dayanırken, sanat yapıtlarının sağlayabileceği anlayıştan açıkça daha nesneldir. Bu yaygın kanının aksine Schopenhauer, sadece bilim adamının değil, sanatçının da nesnel bilgi sağladığını; bilim adamlarının bize insan sorunlarına yalnızca öznel, faydaya dayalı çözümler sunabilirken, sanatçıların çıkarsız bir algının sonucu olan işler yarattığını savunur. Schopenhauer, sanatçıların öncelikle sadece kişisel duyguları ifade etmekle ilgilenmediğini, eserleriyle bizi dar bir bakış açısının ötesine götürerek dünyayı sadece öznel bir perspektiften göstermediğini; deyim yerindeyse, “hiç olmayan bir bakış açısı”, yani bireysel çıkarların ve arzuların egemenliğinde olmayan, bunun yerine dünyayı kişisel olmayan, bireysellikten, egodan arındırılmış bir perspektiften sunduğunu ifade eder. Pek çok sanat eserinin yabancılaştırıcı bir etkisi vardır ve bize dünyayı algılamaya alıştığımız gibi göstermezler. Aksine, sanat eserleri bu kendinden emin resmi kökten bozar ve insanlık dışı güçlerin dünyasına girmemizi sağlar. Bu artık bir ego tarafından yönetilmeyen bir öznenin hiçbir yerden bakış açısına tekabül eder.