*Bu yazı Istanbul Art News Şubat, 2018 Sayı: 49 Piyasa eki için yazılmıştır.
Kültür-sanat; özel sektör tarafından yeterli maddi ve manevi ilgiyi, desteği görmediği için mi nitelikli sosyal ve ekonomik fayda yaratamıyor yoksa yeterli sosyal ve ekonomik fayda yaratamadığı için mi nitelikli maddi ve manevi kaynağı alamıyor? Kısacası, tavuk mu yumurtadan çıkıyor, yumurta mı tavuktan?
“Kültür ve sanat, tek başına hep bir tamamlanmamışlık, birlikte kullanıldıkla- rında ise fazlalık ve aşırı vurgu hissi verir.” Esra Aysun’un “Sanat Yönetimi Üzerine Konuşmalar” başlıklı kitabının giriş metninde kullandığı bu cümle okuduğum günden beri içinde bulunduğum sektörü -izninizle bir sektör olduğunu özellikle vurgulamak isterim- en güzel ifade eden cümlelerden biri. Aysun’un aynı metinde kullandığı bir diğer cümle de, işbu yazının temellerin- deki kavramsal tartışmayı çok iyi özetliyor: “[Sanat yönetimi] doğru ifade edilse, doğru bağlamda kullanılsa bile globalizm ve neo- liberalizm sonucunda ‘korporistleşen’ yani ‘şirketleşen’ sanat alanına işletme kültürünü aşılayarak sanatı kötü emelleri için araçsallaştırdığı yargısı ile sevimsizleştirilir.”
Kültür ve sanat, tüm dünyada sosyal ve ekonomik kalkınmanın temel bir bileşeni olarak kabul ediliyor. Toplumların refah seviyesi sıklıkla kültüre erişim ve sanatsal üretim gibi konularla bir arada anılıyor. Ayrıca kültür ve sanatın, sosyal etkilerinin yanında şehirlerin ve ülkelerin kalkınmasında da büyük bir rolü olduğunu söylemek mümkün. Kültür ve sanatın da içinde yer aldığı yaratıcı endüstriler, Birleşik Krallık ekonomisine 2016 yılında 91.8 milyar pound değerinde katkıda bulundu. Bunun 8.237 milyarını ise kültür-sanat oluşturuyor. Türkiye için bu tür sayısal verileri bulmak ve analiz etmek ne yazık ki çok zor, ancak Funda Lena tarafın- dan geçtiğimiz yıl İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Politikaları ve Yönetimi Araştırma Merkezi kapsamında hazırlanan “Türkiye’de Kültürel Sektörlerin Ülke Ekonomisine Katkısı” başlıklı kitap, bu bağlamda, büyük resmi anlamlandırmaya çalışırken bir rehber görevi görüyor. Kitapta yer alan grafik ve istatistikler TÜİK verileri baz alınarak oluşturulmuş. TÜİK’in en güncel verileri 2013 yılına ait olduğu için bu rakamlar üzerinden bugüne dair bir analiz yapmak zor. Ancak kitapta yer alan temel bulgulara baktığımızda Türkiye’de 2013 yılında kültür ekonomi- sinde üretilen toplam cironun 8.1 milyar TL olduğunu ve bu rakamın, Türkiye’deki tüm sanayi ve hizmet alanlarında üretilen toplam cironun yüzde 0.26’sını oluşturduğunu görüyoruz. Bu rakamları göz önünde bulundurduğumuzda Birleşik Krallık; kültür ekonomisinde üretilen toplam ciro bakımın- dan Türkiye’nin 12 misli, kültür ekonomi- sinde üretilen cironun ulusal ekonomideki toplam ciro içindeki yüzdesi bakımından üç misli, kültür ekonomisinde üretilen katma değer bakımından 20 misli. Tüm bu rakamlara ve analizlere baktığımızda, Türkiye’de kültür-sanat alanının daha çok gidecek yolu olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu konu bizi tavuk ve yumurta ilişkisini sorgulamamız gereken bir yere de getiriyor. Kültür-sanat; devletin gelir getirmediğini düşündüğü için dışladığı ancak yine de bir şekilde kapsamına almak zorunda olduğu –bu nedenledir ki Türkiye’nin tek başına bir Kültür Bakanlığı yerine Kültür ve Turizm Bakanlığı vardır–, özel şirketlerin gelir getirmediği için bir faaliyet alanı olarak görmediği, ama sosyal fayda adına ‘kurumsal sosyal sorumluluk’ kapsamında değerlendirdikleri ve sivil toplumun da belki de sosyal faydasını tam da ölçemediği için tam olarak eğitim, çevre, sağlık gibi sahiplenmediği bir alan olarak görülebilir. Bu noktada sormamız gereken esas soru; kültür-sanat; bu aktörler tarafın- dan yeterli maddi ve manevi ilgi ve desteği görmediği için mi yeterli sosyal ve ekonomik fayda yaratamıyor, yoksa kültür-sanat; yeterli sosyal ve ekonomik fayda yaratamadığı için mi bu aktörler tarafından yeterli maddi ve manevi kaynağı alamıyor?
Lena’nın kitabının sonuç bölümünde altı çizilen bir diğer konu da bizi tavuk-yumurta denklemine getiriyor: “Türkiye, kültür harcamaları bakımından sadece gelişmiş Avrupa ülkelerinin değil, Güney Afrika, Tayland, Romanya, Meksika, Kolombiya gibi ülkelerin de gerisinde ve kültür ekonomisinin potansiyelinden daha verimli şekilde yararlanılabilmesi ve ülke ekonomisine katkısının artırılabilmesi için bu alanın hem arz hem de talep yönünden desteklenmesi gerekiyor. Burada bahsi geçen ‘destek’ sadece belli miktarlarda finansmanın bu alana aktarılıp sonra sektörlerin kendi hallerine bırakılması değil, üretim tarafında, kültürel sektörlerin sürdürülebilir büyümeyi kendi içlerinde gerçekleştirmelerine olanak verecek altyapı ve mekanizmalar oluşturulmasıdır. Bu da bizi kültürel sektörlerin sürdürülebilir büyümesine olanak verecek altyapı ve mekanizmaların oluşturulmasında özel sektörün rolüne getiriyor.
Türkiye’nin kısa tarihine baktığımızda kültür ve sanatın özel sektörün birçok aktörü tarafından sıklıkla sahiplenilen ve desteklenen, ancak iş sürdürülebilir büyümeye ve ölçeklendirilebilir bir iş modeline geldiğinde karşılığını çok bulamayan bir resim görüyoruz. Bu yazıyla özel sektörün kültür- sanatla ilişkisine, kültür-sanatın Türkiye’de- ki şirketlerin içindeki konumuna ve bunun çeşitli şekillerdeki yansımalarına bakacağız. Kültür-sanat alanında köklü hizmetleri bulunan Eczacıbaşı, Koç, Sabancı gibi ailelerin yanında Doğuş Grubu ve Zorlu Holding gibi alana nispeten daha yeni giren kurum ve şirketler de var. Bu ailelerin ve kurumların alana yaklaşımı ise birbirlerinden farklı. Bu farklar bazı durumlarda kültür ve sanatın gelişimi için önemli yeni yaklaşımlar geliş- mesine olanak sağlarken, bazı noktalarda ise belirsiz bir duruma işaret ediyor.
Vakıf anlayışı ve kültür-sanatın bu alandaki konumlandırılışı
Yapı ürünleri, tüketim ürünleri ve sağlık gibi farklı alanlarda faaliyet gösteren ve bunların yanında finans, bilgi teknolojileri, kaynak teknolojileri, madencilik ve gayrimenkul geliştirme ve işletme yönetimi alanlarında da etkinlik gösteren kuruluşlara sahip Eczacıbaşı Topluluğu, kültür-sanat alanındaki faaliyetlerini ‘toplumsal sorumluluk’ başlığı altında topluyor. Eczacıbaşı Topluluğu’nun ‘toplumsal sorumluluk’ çerçevesi eğitim, bilim, spor alanlarının yanında kültür ve sa- natı da barındırıyor. Toplumsal sorumluluk kategorisi altında ayrıca topluluğun sürdürülebilirlik ve gönüllülük yaklaşımıyla üyesi olduğu ekonomik ve sosyal kuruluşlar da yer alıyor. Kültür ve sanat kategorisinde ise İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), İstanbul Modern, İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV) ile VitrA Seramik Sanat Atölyesi yer alıyor. Füsun Eczacıbaşı’nın kurucusu olduğu SAHA Derneği’nin ise Eczacıbaşı Topluluğu ile organik bir bağı bulunmuyor. Eczacıbaşı Topluluğu’nun kurucusu Nejat F. Eczacıbaşı adıyla 1978 yılında kurulan Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı ise Türkiye’de eğitime katkıda bulunmak, bilimsel araştırmaları desteklemek, Türk kültür ve sanatını korumak, geliştirmek amacıyla çalışmalarını sürdürüyor. Vakfın faaliyetleri arasında burslar, ödüller, eğitimler ve yayınlar yer alıyor. Eczacıbaşı Topluluğu’nun, Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı’nın ve aynı zamanda İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın kurucusu Dr. Nejat F. Eczacıbaşı’nın “Sanat ve kültüre dönük her türlü yatırım, doğrudan doğruya toplumun sosyal varlığı, ekonomisi, politikasıyla bütün benliğinin de geliştirilmesine yapılmış bir katkıdır.” sözünden yola çıkarak kültür-sa- nat alanında büyük yatırımları ve emeği olan topluluk, bu alandaki tüm çalışmalarını kâr amacı elde etmeyen kurumlar aracılığıyla sosyal fayda amacıyla gerçekleştiriyor. 1973 yılında Dr. Nejat F. Eczacıbaşı önderliğindeki 17 işadamı ve sanatsever tarafından ku- rulan İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), bugün 80’den fazla çalışanı, yıl boyunca gerçekleştirdiği festival ve etkinliklerle hem içinde bulunduğu şehre hem de ülkeye sosyal ve ekonomik bir fayda kazandırıyor. İKSV tarafından Kültür Politikaları çalış- maları kapsamında 2012 yılında hazırlanan İKSV Ekonomik Etki Araştırması raporuna göre, vakfın ‘2011 yılında düzenlenen tüm etkinlikler için yapılan harcamalar, izleyici ve yabancı konuklar tarafından yapılan bilet dışı harcamalar, genel ekonomide yaratılan çarpan etkisiyle birlikte, ekonomiye yaklaşık 70 milyon TL’lik toplam bir katkı sağladığı ve medya reklam eşdeğeri olan 15 milyon TL de bu miktara eklenirse, İKSV etkinliklerinin yarattığı toplam ekonomik değerin 85 milyon TL olarak ortaya çıkacağı’ belirtiliyor. Aynı raporun sonuç bölümünde kamunun bu alana katkısının yetersizliği dile getiriliyor ve çeşitli öneriler sunuluyor: “İnsan odaklı gelişmenin itici gücünün kültür ve eğitim olduğu gerçeğinden hareketle, kültür politikaları da uzun vadeli sürdürüle- bilir kalkınma stratejisinin bir parçası olarak kurgulanmalıdır. Kamu, kültürel zenginliği ekonomik değere dönüştürme konusunda kültür-sanat alanına düzenli şekilde destek sağlamalıdır.” Bu noktada yine raporun sonuç bölümünde yer alan şu cümle ise belki de yukarıda tavuk-yumurta ilişkisinden bahsederek tartışmaya açtığımız konuyla ilgili sarf edilen talihsiz bir cümle olarak kendine yer buluyor: “Kültürel etkinliklerin ekonomiyi canlandırıcı, vergi gelirlerini ve istihdamı artırıcı etkisi İKSV’nin yürüttüğü çalışmayla ortaya konulmuştur. Ancak kültürel etkinliklerin ekonomik değerinden çok sosyal faydaları önemsenmelidir.” Kuşkusuz kültürün sosyal fayda alanındaki rolü önemlidir ve önemsenmelidir. Ancak bu noktada Birleşik Krallık örneğinde olduğu gibi, yaratıcı endüstrilerin ekonomik etkisinin kültür politikalarına olan olumlu etkisini de göz önünde bulundurarak kültürel etkinliklerin ekonomik değerinin daha az önemli olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım olmaz. Zira bu ekonomik değerden bahsederken kamu, özel sektör ve sivil toplumun birlikte hareket ettiği, sosyal ve ekonomik faydadan da birlikte yararlandığı bir model düşünmek gerekiyor, zira “ister kamu ister özel sektör desteği olsun, tek bir kaynağa dayalı modeller artık geçerliliğini yitirmektedir.” Raporda bahsedilen ‘kültür girişimciliği’ ise Nisan 2017’de Istanbul Art News piyasa ekinde “Kültür Alanında Yeni Bir İş Modeli: Yaratıcı Girişimcilik” başlıklı yazımda Doç. Dr. Gökçe Dervişoğlu Okandan’ın altını çizdiği gibi konu sosyal fayda ve sürdürülebilirlik olduğunda önemli bir kavram olarak karşımıza çıkıyor: “Girişimcilik genelde işletme literatüründe yer alan ve kâr amacı güden kurumlar/şirketler için kullanılan bir kavram olduğu için, temel amacı kültürel faaliyetlerin daha geniş bir kesime erişmesi ve sürdürülebilirlik olan kültür kurumları bu çaba sırasında kâr elde etmeyi öncelikli amaç olarak görmüyorlar. Bu alandaki faaliyetler daha çok sosyal fayda gözetiyor. Ancak sosyal devletin ve hibe desteklerinin bu alan için aksadığı günümüzde kültür kurumları da bu süreklilik için yenilikçi faaliyet mo- delleriyle girişimcilik çabaları gösteriyorlar. Diğer bir yanda ürün odaklı girişimcilik literatürü hizmet ve deneyim kurgulayan kültür-sanat alanında daha soyut olgularla uğraşıyor. Genelde hem girişimciliğe yaklaşım hem de girişimciliğin konusu ile ilgili fark var.” Okandan’ın süreklilik için yenilikçi faaliyet modelleriyle girişimcilik çabaları gösteren kültür kurumları arasında İKSV de bulunuyor. Vakıf tarafından 2010-2015 yılları arasında Nejat Eczacıbaşı Binası’nda tasarım ve sanat dünyasının önde gelen isimlerini ve markalarını aynı çatı altında buluşturan İKSV Tasarım Mağazası, bu çabalarla hayata geçirilmişti. Ancak mağazanın ömrü İKSV’nin hayata geçirdiği festivaller, etkinlikler kadar uzun olmadı ve bu girişim vakfı destekleyecek bir ekonomik model yaratamadığı için sona erdirildi.
Kültür-sanat alanında Türkiye’de anmamız gereken bir diğer isim de Koç ailesi. Enerji, finans, dayanıklı tüketim ve otomotiv alanlarında faaliyetlerini yoğunlaştıran Koç Holding; bilişim, hizmet, gıda gibi alan- larda faaliyet gösteren kurum ve markaları da bünyesinde bulunduruyor. Kültür sektöründe birçok farklı alanda girişimleri ve hizmetleri olan Koç Holding, tüm bunları ‘sosyal ve kültürel faaliyet’ olarak nitelendiriyor, ancak faaliyet gösterdiği bir sektör olarak konumlandırmıyor. Holdingin sosyal, kültürel faaliyetleri arasında eğitim ve kültür öne çıkıyor. Koç Üniversitesi, Koç Lisesi, AKMED, Vehbi Koç Vakfı, Sadberk Hanım Müzesi ve Rahmi M. Koç Müzeleri (İstanbul, Ankara ve Ayvalık) bu faaliyetler arasında gösteriliyor. 1969 yılında Vehbi Koç tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk vakıflarından biri olarak kurulan Vehbi Koç Vakfı, çağdaş ve gelişen bir Türkiye için ya- şamın en temel gereksinimleri olan eğitim, sağlık ve kültür alanlarında faaliyet gösteriyor. Vakfın kültür alanındaki faaliyetleri arasında Sadberk Hanım Müzesi, Vehbi Koç ve Ankara Araştırma Merkezi (VEKAM), Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü (AKMED), Antalya Kaleiçi Müzesi, Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (ANAMED), TANAS Sanat Galerisi, ARTER ile Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Gölcük Kültür ve Sosyal Yaşam Merkezi yer alıyor. Vakıf, ayrıca bu yılın sonunda Dolapdere’de yine Arter adıyla bir çağdaş sanat müzesi açmaya hazırlanıyor. Vakıf, bütün bunların yanında birçok kültür- sanat etkinliğini ve projesini de destekliyor. Koç Holding’in faaliyet gösterdiği sektörler arasında yer alan ‘finans’ ise tüm bunlardan bağımsız olarak bir kültür-sanat kurumunu bünyesinde barındırıyor. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, Koç Holding’in ‘finans’ başlığı altında faaliyet gösteren bir şirketi olarak karşımıza çıkıyor. Ancak Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın kamu nezdinde Koç Holding ile bir ilişkisinin kurulması pek mümkün değil. Yapı Kredi Bankası’nın kuruluşundan itibaren kültür sanat müşavirliği altında başlatılan faaliyetler 1996’da yeniden yapılandırılarak Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A. Ş. unvanıyla sergiler, yayınlar, konuşmalar ve etkinlikler biçiminde sürdürülüyor. Vehbi Koç Vakfı’nın da kültürel faaliyetleri içerisinde yer alan AKMED ise aynı zamanda Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın da, Pera Müzesi ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ile birlikte kültürel faaliyetleri arasında yer alıyor. Bütün bunların yanında Koç Holding ve bünyesindeki grup şirketleri birçok kültür-sanat etkinliğine ve projesine de destek oluyor. Ayrıca Koç Üniversitesi’ne bağlı olarak hizmet veren Sevgi Gönül Kültür Merkezi ve Küçükyalı Arkeopark ve Tofaş’a bağlı olarak hayata geçirilen Bursa Anadolu Arabaları Müzesi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Tüm bu tabloya ve kül- tür-sanatın Koç Holding bünyesindeki rolüne baktığımızda holdingin faaliyet gösterdiği alanlar arasında ‘kültür’ün olmaması, kültürün sadece sosyal fayda getiren bir şey olarak görülmesi nedeniyle düşünülebilir. Oysa ki Koç Holding bu alandaki kurumlarını ve projelerini birer ‘ürün’ ve ‘hizmet’ olarak konumlandırsa ve faaliyet gösterdiği bu alanı bir ‘sektör’ olarak yerleştirebilse ve bu alana yaptığı maddi ve manevi yatırımı bir sosyal faydadan çok faaliyet alanı olarak görse, belki kültür alanında hizmet veren bu kurumların rolü ve etkisi çok başka şekillerde değerlendirilebilir.
Kültür-sanat alanında birçok farklı kurum ve markayla faaliyet gösteren bir diğer önemli aile ise kuşkusuz Sabancı ailesi. Sa- bancı Holding’in internet sitesine girdiğimizde bizi karşılayan yapıda sanayi, banka, perakende, sigorta, çimento gibi faaliyet alanlarının yanında ‘sosyo-kültürel’ ve ‘diğer’ başlıklarını görüyoruz. Sabancı’nın sosyo-kültürel kurumları arasında ise Sabancı Üniversitesi, Sakıp Sabancı Müzesi –yine üniversiteye bağlı olarak konumlanıyor– ve Sabancı Vakfı yer alıyor. Sakıp Sabancı Müzesi, aynı zamanda kurumun kültür-sanat alanındaki sosyal sorumluluk faaliyetleri arasında yer alıyor. Topluluğun kültür-sanat alanındaki diğer sosyal sorumluluk faaliyetleri arasında Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali, Mehtap Ar Çocuk Tiyatrosu, Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası, Metropolis Antik Kenti Kazıları, Uluslararası Ankara Müzik Festivali, Türkiye Halk Dansları Yarışması, Akbank Sanat, Akbank Çocuk Tiyatrosu, Akbank Caz Festivali, Akbank Kısa Film Festivali –bu son üç etkinlik de Akbank Sanat bünyesinde– yer alıyor. Akbank Sanat, geçtiğimiz günlerde Marketing Türkiye ve Akademetre iş birliğiyle düzenlenen Marketing Türkiye The ONE Awards Bütünleşik Pazarlama Ödülleri’nde “Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projeleri Kategorisi – Yılın İtibarlısı” seçildi. Bu ödül, beni tekrar kültür-sanatın bir ‘kurumsal sosyal sorumluluk’ olarak değerlendirilmesini sorgulama yoluna itti. Sabancı Holding’in sosyo-kültürel faaliyetlerini yürüttüğü Sabancı Vakfı’nın kültür-sanat alanındaki etkinlikleri arasında holding bünyesinde gözükmeyen Kısa Film Yarışması da mevcut. Ayrıca Sabancı Vakfı tarafından ‘kalıcı eser’ olarak konumlandırılan ve aralarında Mardin Kent Müzesi’nin de bulunduğu, Türkiye’nin çeşitli illerinde yer alan 16 kültür merkezi de mevcut. 1999 yılının nisan ayında Karaköy’deki Minerva Han’da “Geleceğe Esintiler” başlıklı sergiyle sanat galerisine dönüştürülen kasa dairesi ise faaliyetlerini Kasa Galeri adıyla Sabancı Üniversitesi’ne bağlı olarak yürütüyor. Yine tüm bu kültür kurumlarına, düzenlenen kültür-sanat etkinliklerine, sponsorluklara baktığımızda kültür ve sanatı tek bir çatı altında birleştiren bir faaliyet alanı olarak göremiyoruz. Bu da belirli noktalarda temas eden, ancak büyük resimde birbirinden kopuk işleyen bir kurumsal kültür politikası olarak görülüyor ve bu alanda yer alan kurumların sosyal ve ekonomik etkisinin analiz edilmesinde bizi zor bir duruma sokuyor.
Kültür-sanat alanında adı anılması gereken bir diğer önemli kurum ise Borusan Holding. Çelik, distribütörlük, enerji ve lojistik alanlarında faaliyet gösteren Boru- san, kültür ve sanat alanındaki faaliyetlerine ‘kurumsal sorumluluk’ çatısı altında, 1997 yılında kurduğu Borusan Sanat ile başladı. Borusan Sanat, bugün çalışmalarını hol- dingin kurucusu Asım Kocabıyık’ın hayata geçirdiği Borusan Kocabıyık Vakfı’na bağlı olarak sürdürüyor. Borusan Sanat, bünyesinde Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, Borusan Quartet, Borusan Müzik Evi, Borusan Müzik Bursu, Borusan Klasik, Bo- rusan Çocuk Korosu ve Ertuğ & Kocabıyık Yayınları yer alıyor. Borusan Sanat ve Borusan Contemporary, Borusan Sanat’ın ‘girişimleri’ olarak konumlandırılıyor. Borusan Sanat bünyesinde uzun yıllar görsel sanatlar alanında çalışmalar yürüten iki mekan ise ne yazık ki faaliyetlerine artık devam etmiyor. 1997 yılında açılan ve 56 sergiye ev sahipliği yapan Borusan Sanat Galerisi, Borusan’ın kültür sanat alanındaki yeni hedefleri doğrultusunda 2006 yılının nisan ayı itibariyle faaliyetini sonlandırırken, 2008’de güncel sanatın İstanbul’da gelişimine katkıda bulunmak ve genç sanatçılara kariyerlerinin ilk aşamasında uygun koşullarda atölye alanı sağlamak üzere hayata geçirilen ArtCenter/ Istanbul ise Borusan’ın 2013’ten itibaren görsel sanatlar alanındaki çalışmalarını Borusan Contemporary bünyesinde toplamaya karar vermesi sonucu kapandı. Bu açıdan bakıldığında Borusan’ın müzik ve görsel sanatlar alanında iki mekan, üç topluluk, çeşitli etkinlikler ve girişimlerle faaliyet gösterdiği kültür-sanat alanının hiç de azımsanamayacak bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz.
Kültür-sanat alanında çeşitli ürün ve hizmetler, sponsorluklarla faaliyet gösteren bir başka kurum ise Türkiye İş Bankası. Banka tarafından 1956 yılında hayata geçirilen Kültür Yayınları, 1976’dan beri düzenlenen çağdaş sanat sergilerini bünyesinde barından İş Sanat Kibele Galerisi, 2000 yılında müzik ve sahne sanatları alanındaki faaliyetleri tek bir çatı altında gerçekleştirmek için açılan İş Sanat, 2007’de hayata geçirilen Türkiye İş Bankası Müzesi, bankanın bu alandaki temel kurumları. Banka, aynı zamanda kültür-sanat ve arkeoloji alanında birçok etkinlik ve projeye sponsorluk desteği de veriyor. Ayrıca bir Türkiye İş Bankası iştiraki olan Milli Reasürans, 1994 yılında açtığı Millî Reasürans Sanat Galerisi ve 1996’da oluşturduğu Millî Reasürans Oda Orkestrası’yla da bu alanlar- da faaliyet gösteriyor. Tüm bu kurum ve faaliyetlerin birbirleriyle ilişkisini analiz etmek ve bunlar üzerinden bir etki ölçmek ise ne yazık ki çok zor.
Sektörün yeni oyuncuları
Sektördeki Doğuş Grubu ve Zorlu Holding gibi yeni oyuncular ise kültür-sanat alanındaki yatırımlarını farklı şekillerde konumlandırıyor. Otomotiv, inşaat, turizm, yayıncılık, gayrimenkul, enerji, yeme-içme ve perakende alanlarında faaliyet gösteren Doğuş Grubu, ayrıca ağırlama hizmetleri, eğlence ve teknoloji alanındaki yeni yatırımlarını henüz ‘faaliyet gösterdiği sektör’ olarak konumlandırmasa da bir ‘yatırım’ olarak değerlendiriyor. 1989 yılında kurulan ve ağırlıklı olarak kültür, sanat, eğlence alanlarında birçok ürün ve hizmet geliştiren Pozitif’in yüzde 80 hissesinin Doğuş Grubu tarafından satın alınmasıyla Pozitif, grubun ‘eğlence’ olarak tanımladığı yeni yatırımlar arasına dahil oldu. Doğuş Grubu’nun kültür-sanat alanındaki diğer faaliyetleri ise ‘kurumsal sorumluluk’ olarak değerlendiriliyor. Bu faaliyetler arasında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ana sponsorluğu, Bodrum Müzik Festivali, Sanata Bi Yer projesi ve önümüzdeki aylarda bomontiada Alt’ta açılması planlanan Ara Güler Arşiv ve Araştırma Merkezi ile Ara Güler Müzesi yer alıyor. Doğuş Grubu tarafından hayata geçirilen Bodrum Müzik Festivali, aynı zamanda Pozitif’in de düzenlediği etkinlikler arasında yer alıyor. Pozitif, ayrıca 2015 yılında açılan bomontiada’nın da yönetimini üstleniyor. Bomontiada’da yine Pozitif tarafından işletilen Babylon, Kilimanjaro ve Alt’ın yanı sıra 2016 yılında yine Doğuş Grubu tarafından Türkiye’ye getirilen Leica Gallery & Store da yer alıyor. Geçtiğimiz yıla kadar Doğuş Grubu bünyesinde yer alan Garanti Bankası ise artık grubun bünyesinde yer almıyor. Bu noktada Garanti Bankası’nın kültür-sanat alanındaki faaliyetleri ve sponsorlukları da Doğuş Grubu’ndan bağımsız olarak gerçekleşiyor. Garanti Bankası’nın ‘kurumsal iletişim’ faaliyetleri olarak adlandırdığı sponsorlukları altında yer alan Garanti Caz Yeşili, İstanbul Caz Festivali başta olmak üzere İstanbul’daki birçok caz konserine ve etkinliğine destek veriyor. Garanti Bankası’nın kurucusu olduğu SALT ise bankanın ‘sürdürülebilirlik’ başlığı altındaki ‘kurumsal sorumluluk’ faaliyetleri arasında değerlendiriliyor. Garanti Bankası’nın eğitim ve yetenek açığı, girişimcilik, kültür ve kültürel miras, engellilerin ekonomik ve sosyal hayata katılımı, çevre başlığı altında beş temel kurumsal sosyal sorumluluğu yer alıyor. Kültür ve kültürel miras başlığı al- tında yer alan iki kurum ise SALT ve SAHA Derneği. 2011 yılında Garanti Bankası bün- yesinde faaliyet gösteren ve her biri kendi alanında önemli başarılara imza atan kültür kurumları Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi, Osmanlı Bankası Müzesi ve Garanti Galeri, SALT adı altında özerk bir kurum olarak yeniden yapılandırıldı ve kurulduğu günden bu yana Garanti Bankası’ndan bağımsız olarak faaliyet gösteriyor.
Kültür-sanat sahnesine geç giren, ancak şimdiden sağlam bir yer edinen kurumlar arasında Zorlu Holding bulunuyor. Faaliyet alanları arasında tekstil, tüketici elektroniği, beyaz eşya ve bilgi teknolojileri, enerji, gayrimenkul, maden ve metalurji gibi sektörler bulunan holdingin kültür-sanat alanındaki faaliyetleri diğer holdinglerden farklı şekillerde kendine yer buluyor. Zorlu Grubu’nun Mehmet Zorlu Vakfı çatısı altında uzun yıllardır yürüttüğü sosyal fayda yaratan çalışmaları; eğitim, kültür ve sanat başlıklarını kapsıyor. Zorlu Performans Sanatları Merkezi ise grubun bugüne kadar kültür-sanat alanına yaptığı en büyük yatırım. Zorlu Grubu’nun 300 milyon dolarlık yatırımla ortaya koyduğu Zorlu Performans Sanatları Merkezi (Zorlu PSM), grubun ‘gayrimenkul’ kategorisinde kendine yer bulurken, holdingin ‘toplumsal sorumluluk’ başlığı altında Zorlu Çocuk Tiyatrosu yer alıyor. 100’ün üzerinde çalışanı, dokuz farklı mekanı ile müzikten sahne sanatlarına, güncel sanattan festivallere birçok etkinliğe ev sahipliği yapan Zorlu PSM, kültür alanında yarattığı sosyal, ekonomik etki, istihdam, katma değer ile önemli bir kurum olarak konumlanıyor. Bu açıdan bakıldığında Zorlu PSM’nin bir ‘gayrimenkul’ projesi olarak değerlendirilmesi alana yapılan maddi ve manevi yatırımın önemi olarak okunabilir. Zira Zorlu, kültür-sanat alanında ‘kurumsal sosyal sorumluluk’ ve ‘kâr amacı gütmeyen kuruluş’ statüsünde görmeye alışık olduğumuz tabloya ezber bozan bir yaklaşım sergiliyor. Zorlu PSM, kâr amacı gütmeyen ya da bir sivil toplum kuruluşu mantığıyla çalışan bir finansal yapılanmaya sahip değil, ancak reel rakamlar gösteriyor ki; sadece Türkiye’de değil dünyada da kültür-sanat kurumları sponsor desteği, devlet ya da özel sektör fonlamasıyla ayakta kalabiliyor. Bu yaklaşımın, ve zarar etmesine rağmen bazı projelerin arkasında durulmasının sebebi Zorlu ailesinin ve grubunun PSM’yi Türkiye, İstanbul ve hatta bölgenin kültür-sanat dünyasına bir hediye gibi görmesi. Bu yaklaşım girişimcilik ve yenilikçilik gibi Zorlu Grubu’nun DNA’sında yatan kavramlarla ve sosyal fayda yaratma amacıyla da örtüşüyor. Zorlu, ürettiği değeri paylaşarak uzun dönemli büyüme sağlamak, ülke, toplum ve tüm paydaşları için kalıcı ve pozitif etki yaratmak odağındaki sürdürüle- bilirlik stratejisiyle hareket ederken; toplum için artı değer yaratan projeler için çalışıyor.
Sivil toplumun da kültür-sanat karnesi zayıf
Sivil toplum kuruluşları, ülkelerin demoktatikleşmesinde ve kalkınmasında önemli rol oynar. Dünyada her geçen gün sayısı ar- tan sivil toplum örgütleri, beraberinde sivil toplumun sosyal ve ekonomik kalkınmada kamu ve özel sektörün yanında ‘üçüncü sektör’ olarak konumlanarak devletlerin ve devletler üstü kurumların politika belirlemesinde, uygulamasında itici güç görevi görür. 1993 yılında aralarında Türkiye’nin önde gelen vakıf ve derneklerinin bulunduğu 23 sivil toplum kuruluşu tarafından üçüncü sektörün yasal, mali ve işlevsel altyapısını geliştirmek amacıyla kurulan TÜSEV de bu itici güç rolünü Türkiye adına üstleniyor. Bünyesinde 100’den fazla vakıf ve dernek barından TÜSEV’in üyeleri arasında aileden araştır- maya, bilimden çevreye, eğitimden sağlığa birçok farklı sivil toplum örgütü bulunuyor. TÜSEV, sivil toplum örgütlerinin faaliyet alanlarında ‘kültür’ ve ‘sanat’ı ayrı konumlandırıyor. TÜSEV’in internet sitesinde yer alan bilgi bankasına göre ‘kültür’ alanında faaliyet gösteren dokuz üye, ‘sanat’ alanında faaliyet gösteren ise yedi üye var. ‘Sanat’ alanında faaliyet gösteren yedi üyenin tamamı ‘kültür’ kategorisinde de mevcut. Yazıda bahsi geçen vakıflar dışında, TÜSEV’de kültür-sanat alanında faaliyet gösteren kurumlar arasında Enka Vakfı ve Elginkan Vakfı yer alıyor. Enka Vakfı, kültür-sanat alanındaki faaliyetlerini Enka Sanat aracılığıyla yaparken, Elginkan Vakfı bu alanda daha çok İstanbul Müzik Festivali ve diğer klasik müzik etkinliklerindeki sponsorlukları ile yer alıyor.
Kültür-sanat alanında sivil toplumun kurumsal düzeninin yanında bireysel bakışın da altı çizilmeli. TÜSEV tarafından Eylül 2016’da yayımlanan “Türkiye’de Bireysel Bağışçılık ve Hayırseverlik” raporundaki verilere göre Türkiye’deki bireylerin en az bağış yapmayı düşündüğü alanlar arasında hayvan bakımı ve koruma ile mültecilere yardımın yanı sıra kütür, sanat, tarihi koruma da yer alıyor. Aynı raporda yer alan hayırseverlik kavramına dair düşüncelerin yer aldığı araştırma sonuçlarında ‘müze, sergi gibi kültürel faaliyetleri desteklemek’ ve ‘müzik, sinema gibi sanat kollarını ve festivalleri desteklemek’, hayırseverlik olarak görülmüyor. “Türkiye’de çoğunluk için yoksul ve yardıma muhtaç kitlelere doğrudan yardım yapılması, onların eğitim ihtiyaçlarının karşılanması gibi faaliyetler hayırseverlik olarak görülür- ken, sanata kaynak ayıramayan kitlelere sanat takip olanağı sunmak bir hayırseverlik faaliyeti olarak görülmüyor.” Bu açıdan bakıldığında İKSV tarafından hayata geçirilen BiTamBiÖğrenci ve Kültür-Sanat Kart gibi projelerin toplumun büyük bir kısmı tarafından ‘hayırseverlik’ olarak görülmediğini söylemek mümkün. Hatta işi daha ileri götürüp yine kurumların sosyal fayda ve toplumsal sorumluluk başlığı altındaki kültür ve sanat faaliyetlerini toplumun büyük bir kısmı tarafından hayırseverlik olarak görülmediğini de söyleyebiliriz. Raporda yer alan araştırma sorularından biri olan “Bağış yapacak olsanız öncelikle hangi alanlarda faaliyet gösteren kurumlara bağış yapardınız?” sorusuna gelen cevaplarda ‘sanat, kültür ve tarihi koruma’ sondan üçüncü olarak kendine yer buluyor. Ayrıca bağış öncelikleri irdelendiğinde çeşitli dezavantajlı ve mağdur gruplara yardım eden kuruluşlar ön plana çıkarken, sanat ve kültür ile hak temelli alanlarda çalışan kuruluşlara öncelik verilmediği görülüyor.
Kültür-sanat, özel sektörde olduğu gibi sivil toplum alanında kendine hak ettiği yeri bulamıyor. Ancak bütün bunların yanında doğrudan kültür-sanat alanında faaliyet göstermek üzere kurulan bir sivil toplum örgütü, bu alandaki önemli bir açığı kapatıyor: Anadolu Kültür. 2002 yılında sanatın değişik alanlarından, iş dünyasından ve sivil toplumdan kişilerin, kültür ve sanatın İstanbul dışındaki şehirlerde üretilmesini, izlenmesini desteklemek için bir araya gelmesiyle, kâr amacı gütmeyen bir kültür kurumu olarak kurulan Anadolu Kültür; sanatın paylaşılmasıyla karşılıklı anlayış ve duyarlılık gelişebileceğine, bölgesel farklılıkların ve önyargıların aşılabileceğine, kültürel hayatla birlikte vatandaşlık, kimlik ve aidiyet gibi kavramların tartışılacağına, bu eksende oluşacak tartışmaların toplumsal uzlaşmaya katkı sağlayacağına inanarak çalışmalarını sürdürüyor. Anadolu Kültür kurulduğu günden bu yana 35 farklı şehirde yürüttüğü çalışmaların yanı sıra DEPO, Diyarbakır Sanat Merkezi, Kars Sanat Merkezi gibi kültür ve sanat merkezlerinin kurulmasına da destek verdi. Bu da sivil toplumda “ürün” ve “hizmet” odaklı iş modeli geliştiren yenilikçi bir anlayış olarak karşımıza çıkıyor.
Kültür-sanat, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan, kamusal destekler ve kültür politikaları konusunda tutarsız ülkelerde faaliyet gösteren özel kurum ve şirketlerde ‘kurumsal sosyal sorumluluk’ olarak değerlendirildiğinde hem toplum nezdinde yeterli desteği ve saygınlığı görmüyor hem de sosyal ve ekonomik etki araştırmalarında doğru konumlandırılamıyor. Bu açıdan bakıldığında kültür ve sanatın önümüzdeki yıllarda Türkiye’deki özel kurumlar tarafından faaliyet gösterilen bir ‘sektör’ olabilmesi mümkün müdür? Bir grup çıkıp da kültürel ürün ve hizmetler üzerinden gelir getirecek bir iş modeli ortaya koyacak mı? Başka bir kurum kültür alanındaki faaliyetlerini tek bir çatı altında toplayarak kültürün sosyal ve ekonomik etkisine, bu etkinin tüm kurumun cirosundaki yerine bakacak mı? Yoksa kültür-sanat, 21. yüzyılda hâlâ, sayesinde para kazanılmasında utanç duyulacak bir şey midir?
Gelecek ancak geçmişin sahiplenilmesi ile yaşanabilir*: Müze Gazhane