*Bu yazı Istanbul Art News Ocak, 2018 Sayı: 48 Piyasa eki için yazılmıştır.
Performans sanatı alanında son yıllarda bir hareketlilik sözkonusu. Öyle ki, İstanbul’da neredeyse tüm müze ve galeriler performans sanatı sergilemenin peşinde. Bienal ve fuarların performans sanatına ayrılan özel bölümleri var, hatta bu yılın sonunda açılması beklenen Arter’in performans alanları olacağı söyleniyor. Henüz hiçbir müzemizin MoMA veya TATE gibi bir ‘performans sanatı’ ekibi veya programı olmasa da önümüzdeki yıllarda bunun gerçekleşeceğini söylemek mümkün.
Bugüne kadar daha çok sanatçılar ve eserlerle anılan performans sanatı, günümüzde değişik kuşaklardan ve disiplinlerden sanatçı, küratör, tasarımcı, yazar gibi farklı alanlarda çalışan insanları bir araya getirerek oluşturduğu yeni bakış açıları ve projelerle dikkat çekiyor. Geldiğimiz noktada bir performans sanatı ‘sektörü’nden bahsetmemizin mümkün olup olmadığını kesin olarak söyleyemeyiz, ancak bu alandaki hareketliliğin ardındaki nedenlere, ortaya çıkarılan işlerin etkisine ve bu sanatın geleceğine dair bir araştırma yapmanın gerekliliğinin altını çizebiliriz.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde 2007 yılında İletişim Fakültesi, Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi Bölümü’ne bağlı olarak bir alt dal olarak kurulan Sahne Sanatları (PA) alanı, bu yıl 10. yaşını kutluyor. Bölüm, kurulduğu günden bu yana sektördeki birçok performans sanatçısını, küratörü, girişimciyi ve araştırmacıyı yetiştirirken, Türkiye’de bu konuyla ilgili eğitim alanındaki önemli bir boşluğu dolduruyor. Bu noktada Sahne Sanatları alanı hocalarından Aylin Kalem, verilen eğitimin niteliğini ve önemini şu cümlelerle anlatıyor: “Performans sanatları veya genel anlamda sahne sanatları alanlarının Türkiye’de gelişimi, bence eğitim kurumla- rının ve bağımsız girişimlerin, oldukça geniş anlamda disiplinlerarası yaklaşımlarından kaynaklanıyor. Kendi kurumumuzdan örneklendirmek gerekirse, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları alanının öğrencilere verdiği eğitim, farklı alanlar arasındaki geçişkenliği mümkün kılan bir yapıda. Bunu sağlayan hem müfredattaki derslerimizin çeşitliliği ve dağılımı hem de bu derslerin, hocalarımızın esnek vizyonları sayesindeki işleniş biçimi. Dolayısıyla, eğitim, sadece teknik donanım odaklı değil, bireysel duruşu ortaya çıkarmayı amaçlayan yaratıcılığa odaklı. Bu yaklaşım, bağımsız girişimcilerin ortaya çıkmasını teşvik ediyor. Sadece sanatsal alanlarda değil, sosyal bilimlerin genelinde performans olgusunun, kavramının yerleşmesi ve bu alanlara yeni açılımlar getirmesi çok etkili. Ayrıca, öğrencilerin yaratıcılıklarını ortaklaşa keşfedebilecekleri, geliştirebilecekleri ve sergileyecekleri alanların oluşması (üniversite bünyesinde veya dışında) onları bu alanda var olmaya ve kendi alanlarını yaratmaya teşvik ediyor. Yine bizim bünyemizden örneklendirmek gerekirse, 10 yıldır aralıksız düzenlediğimiz Beden Odaklı Sanat Atölyeleri (BOSA), öğrencilerimize yurt içi ve yurt dışından, farklı disiplinlerarası uygulamalardan gelen pek çok profesyonelle üretme pratiğini deneyimlemelerini sağlıyor. Bu, öğrencilerimize inanılmaz bir vizyon genişliği kazandırıyor. Müfredat dışı etkinliklerimiz arasında sayabileceğimiz bir başka uygulama ‘work-in-progress’ sayesinde öğrenciler ders kapsamı dışında geliştirmek istedikleri projeleri seyirci ve profesyoneller- le paylaşarak daha birinci sınıftan itibaren proje üretmeye teşvik ediliyorlar. Böyle dinamik bir ortamda, araştırmanın, denemenin, üretimin teşvik edildiği bir alandan çıkınca, mezunlarımız bir kere tadına vardıkları bu anlayışı dışarıda da devam ettirme arayışına gidiyorlar. Kolektif çalışmanın etiğini ve prensiplerini deneyimlemiş kişiler olarak bağımsız girişimlerde bulunma ve yönetme becerilerine sahip oluyorlar. Bu nedenle, pek çok alanda, mezunlarımızı aktif olarak görebiliyoruz. Uluslararası festivallerde işleri sergilenen, yarışmalarda ödül alan, sezon- da işleri sergilenen, tiyatro mekanı yürüten, performans sanatlarında çeşitli girişimlerde bulunan, eğitim veren, yaratıcı endüstrilere performans odaklı tasarımlar üreten mezunlarımız oldu şu 10 yılın içinde.”
Yeni girişimler, ortak hedefler ve disiplinlerarası çalışmalar
İstanbul Bilgi Üniversitesi, hiç kuşkusuz performans sanatı alanında verdiği mezunlar, yetiştirdiği öğrencilerle şu anda alandaki birçok önemli projenin, girişimin ve mekanın tohumlarını attı. Bunların başında ise bu ay ikinci yaşını kutlayan, Simge Burhanoğlu’nun performans sanatçılarıyla kurumlar arasındaki iletişimi yürüterek, performans sanatçılarının üretimlerine odaklanmalarını sağlamak ve bu alanda profesyonel bir çalışma ortamı yaratmak amacıyla kurduğu, İstanbul merkezli uluslararası performans platformu Performistanbul geliyor. Temel amaçları performans sanatını yaygınlaştırmak, sınırları zorlayan ve yaratıcı performans işleriyle daha çok kişiye ulaşmak, dünya çapında farklı sanat kurumlarıyla işbirlikleri geliştirerek esnekliği artırmak, sanat kurumları ve kurumsal firmaları performans sanatçılarıyla bir araya getirerek mekana özgü performanslar üretecek bir araç olmak olan Performistanbul, geçtiğimiz iki yılda 30’dan fazla performans sergiledi. Birçok yerel ve uluslararası sanat kurumuyla proje geliştirdi. Geçtiğimiz yıl dördüncü edisyonu gerçekleşen Venice International Performance Art Week’in kültürel partnerlerinden biri oldu. Performistanbul’un kurucusu Simge Burhanoğlu, son yıllarda performans sanatı alanındaki İstanbul merkezli hareketliliğin sadece İstanbul’a özgü değil, dünyadaki gelişmelere ve trendlere paralel ilerleyen bir süreç olduğunu ve bunun da aslında desteklenmesi ve dikkat edilmesi gereken bir süreç olduğunu söylüyor: “Dünya şu anda performatif, çünkü artık insanlar durağan bir şeyle ya da katkısı olamadığı bir sonuçla ilgilenmiyorlar. Bu da bu kadar hızlı akan bir yüzyılda çok doğal geliyor. Çünkü artık insanlar parçası olabildikleri, dahil olabilecekleri süreçler istiyorlar. Değişimi birlikte yaşamak ve yaşatmanın derdinde herkes. Birçok performans sanatı girişimi keşke olsa ama bence ‘birçok’ diyebileceğimiz kadar sayılır bir durumda değiliz. Örneğin Performistanbul dışında performans sanatçılarına sahip çıkıp bünyesinde bir çatı altında toplayarak sanatçıları temsil eden bir platform daha, maalesef hâlâ yok. Kısacası bu alanda daha bilinçli ve profesyonel çalışmaların yapılması gerekiyor. Performans sanatçılarının, performans sanatının hakları savunulup korunmadıkça tek bir boyuttan sadece performanslar sunarak ilerleyemeyiz. Bu sanat disiplininin anlaşılır, işlenebilir ve tabii ki sürdürülebilir olması için gerekli kaynakların sunulması gerekiyor. Şu an çoğu etkinliğin ‘performans’ olarak tanımlandığını düşünürsek bu dalganın biraz popüler olmasından da korkuyorum. Hâlâ ‘performans sanatı’ tanımını yaptığımız, yapmamız gereken İstanbul’da bu hareketin kalıcı ve yararlı olması için vizyon ve destek gerekiyor.” Simge Burhanoğlu’nun altını çizdiği ‘sürdürülebilir olma’ durumu, tüm diğer sanat disiplinlerinde olduğu gibi performans sanatında da sanatçıların ve sanat yöneticilerinin en büyük dertlerinden biri. Bu noktada Burhanoğlu’nun kurduğu farklı iş modeli ve hayata geçirdiği işbirlikleriyle bu yapının önemi ortaya çıkıyor: “Her şeyin bir açılıp bir kapandığı, süreklilik ve güven hissinin azaldığı bir dönemde sürdürülebilir olmak önemli. İlk önce, daha önce benzeri olmayan bu yapıyı anlatmaya çalıştık, ne kadar gerekli bir açığı kapattığını anlattık. Bünyemizde bulunan ve proje bazlı çalıştığımız 18 farklı sanatçı ile 18 farklı alanda işbirliği yaparak gerçekleştirdiğimiz 30’un üzerindeki performansla kendimizi kanıtlamaya başladık. Artık bu alanın sorumlularından biri kabul edildiğimiz için kalıcı, yararlı gelişmeler için çalışıyoruz. Şu an değerimiz ve yaptıklarımız hâlâ yurt dışında daha çok anlaşılsa da, uluslararası işbirliklerinin bizi güçlendirdiğine ve önümüzü açtığına inanıyorum. Önümüzdeki önemli adımlardan biri de; uzun zamandır performans sanatında anın satılabilir olduğu fikrinden yola çıkarak hareket etmemiz sonucunda, Seyhan Musaoğlu ile küratörlüğünü üstlendiğimiz Mamut Performansları programı kapsamında, 2018’de ilk defa performansın tekrar gerçekleştirilme hakkını bir değer olarak satışa sunuyoruz. Bizim için oldukça heyecanlı ve kıymetli bir girişim, umarım devamını getirebileceğimiz bir süreç olur ve böylece performans sanatının da diğer disiplinler arasında hak ettiği şekilde gelişip ilerlemesine, değer kazanmasına yol açar. 2018 için halihazırda gerçekleştirdiğimiz ‘mekansız’ çalışmalarımıza ek olarak, Performistanbul Canlı Sanat Araştırma Alanı’nın kurulumu için temelleri atmış bulunuyoruz. Bunu önemsiyoruz. Platformumuz gibi bu alanda ciddi bir açığı kapatacak olan bu girişimle amacımız uluslararası canlı sanat arşivi, dokümantasyonu ve yayınlarının bulunacağı, performans sanatı alanında araştırma ve yeni çalışmalar yapılabilecek bir mekan sağlamak ve en önemlisi de, bu yüzyıla uygun yeni dillerin keşfedilebilmesi için yedi binin üzerinde kaynak sunmak. Ayrıca kuracağımız Performistanbul Yayınları ile de bu kaynakları desteklemeyi planlıyoruz.”
Performistanbul, geçtiğimiz iki yılda bir araya getirdiği sanatçılar, kurumlar ve farklı disiplinlerden insanlar ile bir ‘komünite’ oluşturdu. Bu komünitenin hayata geçirdiği projeler hem yerel hem de global anlamda Türkiye’deki performans sanatının gelişimi için önemli bir dönüm noktası oldu. Bu iki yılın ardından, platform hem araştırma ve uygulama temelli bir mekana sahip oluyor hem de yeni üretimlerin gerçekleşmesi için gereken zemini hazırlıyor. Bu noktada gü- nümüzün performans sanatı hareketliliğinin ve yaklaşımlarının temellerinin ‘70’lere dayandığını söylemek ve bugünün ayak izlerini o günlerde aramak mümkün. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları alanı mezunlarından ve halen bu alanda araştırma görevlisi olarak çalışan Burcu Halaçoğlu, günümüzdeki hareketliliği ‘70’lerdeki öncü sahne sanatları çalışmalarıyla çok ilişkili gördüğünü, ancak günümüzdeki hareketin kaynağını 2000’li yılların başlarında aramamızı gerektiğini söylüyor: “Şu anki araştırmaların kaynaklarını ve ilhamını o yıllarda bulabiliriz. Yerleşmiş bir gelenek olmasa bile deneysel projelerin ilk örneklerine tanık olduk. O yıllarda yapılan deneysel ve özgün işler yeni nesil sanatçıların ufkunu mutlaka açmıştır diye düşünüyorum. Elbette günümüzde küresel haberleşme ve paylaşım sayesinde yenilikçi fikirlerin çeşitliliği ve renkliliği artmış durumda. ‘70’lerde belirli araştırma eğilimleri (epik tiyatro, politik tiyatro, performans sanatı vb.) vardı. Şu anki eğilimler ise belirli başlıklar altında toplayamayacağımız kadar çok ve belirli bir kalıba sığamayacak kadar çeşitli. Bence son yıllardaki hareketliliğin kaynağı 2000’li yılların başına dayanıyor. Özel üniversitelerde açılan sahne sanatlarıyla ilgili bölümlerden mezun olan öğrencilerin kendilerine çalışma alanı yaratma çabasının bir sonucu gibi yorumlanabilir. Bu öğrencilerin bir kısmı bir araya gelip alternatif tiyatro mekanları kurarken bir kısmı da özgürce araştırıp kendi dillerini bulabilecekleri tiyatro ya da dans ekipleri oluşturdular. Elbette bu girişimcilik ve sanat- sal ifade arayışlarının köklerini aldıkları nispeten çağdaş eğitimde bulmak mümkün.”
Alanda yeni isimler
Performistanbul, ardından gelen farklı nitelikteki performans sanatı girişimlerine de ilham oldu. Özellikle Pınar Derin Gençer tarafından kurulan Istanbul Performance Art ve Ayça Ceylan’ın kurucusu olduğu bodyinperform, şu anda İstanbul performans sanatı sahnesindeki birçok projenin arkasındaki iki isim. Gençer, performans sanatına Türkiye’de son yıllarda bir dönüş olduğunu ve burada da izleyicinin fitili ateşlediğini söylüyor. Ancak bu noktada Türkiye’de bu alanda deneyimli bir izleyici kitlesinden bahsetmemiz için de henüz çok erken olduğunu ekliyor: “Fischer Lichte, performanslarda özne-nesne, bakan-bakılan, gösterge-gösterilen ayrımlarının sorgulandığını ve sınırların belirsizleşmeye ve rollerin yer değiştirmeye başladığını vurgular. Performans sanatı, sahne iktidarını ortadan kaldırmak, seyircinin edilgenliğini sorgulatmak ve sınırlarını zorlamak koşuluyla; izleyici ve performans sanatçısının var olan kimliklerinden uzaklaşarak beraber deneyimledikleri anlar sürecini oluşturur. Lehmann’ın aktardığı, Baudrillard’ın tanımladığı gibi; günlük ha- yatta gerçek felaketleri naklen medya aracılığıyla izlemeye ve kendisine hiçbir müdahale alanı bırakılmadığı hissettirilen seyirci konumuna mahkum insanı, seyirci konu- mundan çıkarmaya yöneliktir. Bir öykü izlemeye alıştırılmış izleyicinin şimdiye kadar öğrendiklerinden bütünüyle vazgeçerek, tutunacak bir öykü, bir karakter, hatta kimi zaman bir anlam bulamadan gördüğünü, gördüğü anda içselleştirmesini sağlayacak bir yoğunlaşmayla olayın bir parçası olmaya çalışmasını bekliyoruz. İstanbul’daki bu hareketliliğin temelini, sınırları muğlaklaştırarak, alışılmış davranış biçimlerini sarsarak bir düşünce ve sorgulama alanı yaratan performans sanatında seyirci konumundan çıkmayı deneyimleyen izleyici oluşturuyor. Bu fitili ateşleyen her ne kadar izleyici olsa da, Türkiye’de bu alanda deneyimli bir izleyici kitlesinden bahsetmek için henüz erken. İzleyicinin kafası henüz performans sanatının ne olduğu/ne olmadığı ile ilgili karışık. İstanbul’da performans sanatına ilginin artması değerli, ancak bu ilgi beraberinde yeni sorgulamaları getiriyor. Her şeyin ‘performans’ olarak nitelendirilmeye çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Zaten bu sanat dalı hakkında berrak bir zihne sahip olmayan izleyiciye dans, tiyatro vb. disiplinlerin de ‘performans sanatı’ adı altında sunulması, zihinlerde kaos yaratıyor.”
Gençer, performans sanatı alanında gü- nümüzdeki hareketliliği ‘70’li yıllardaki ile karşılaştırdığında kuşaklar arası farklardan yola çıkıyor: “Kuşaklar arasında hem karakter hem çalışma yaşamı, hem de sosyal hayat anlamında önemli ayrışmalar var. Her kuşağın kendine özgü özellikleri, değer yargıları, tutumları, güçlü ve zayıf yönlerinin olduğunu hepimiz biliyoruz. Literatürde yaş aralıkları konusunda farklı yaklaşımlar olsa da genel olarak 1980-2000 aralığı Y kuşağını temsil ediyor. Benim de içinde olduğum Y kuşağının birçok araştırmacı tarafından kabul edilmiş özelliklerinden özgürlüklerine düşkün olmaları, teknolojiyi yakından takip etmeleri ve kullanmaları, özgüvenlerinin yüksek olması, aynı anda birden çok iş yapabiliyor olmaları, sosyal iletişim ağlarıyla sürekli bağlantıda olmaları şeklinde giden uzun liste, aslında bu hareketliliğin farklı ilerlediğini ve ilerleyeceğini gösteriyor. X ve Y kuşakları arasındaki temel farklar bu dalgaların şiddetini ve rotasını oldukça etkiliyor. 1960’lı ve 1970’li yıllarda ortaya çıkan sanat yaklaşımları, sadece biçimciliğe bir tepki olmayıp, kendinden önceki sanata ilişkin kabulleri ve önermeleri sorgulayarak, yeni teknikler ve malzemeler sundu. Bu sanat yaklaşımlarından biri olan performans sanatı süreç içerisinde akademik anlamda kabul edilip yerini sağlamlaştırdı. İnternetin yaygınlaşmasıyla ulaşılan kitle ve kolektif çalışmalar arttı. Y ve Z kuşakları bu dinamiği daha da farklılaştıracak.”
Istanbul Performance Art, performans sanatını ve disiplinlerarası yaklaşımı benimseyerek sanatın farklı alanlarında performans ve projeler sunmayı amaçlayan bir uluslararası performans sanatı platformu olarak, kurulduğu günden bu yana okumak, çalışmak, öğretmek, yazmak, arşivlemek ve performans sanatını gerçekleştirenler için özel projeler, kaynaklar ve yayınlar üretmek üzere yola çıktı. Performans sanatının gelişimi yoluyla yenilikler ve çeşitlilikler yaratmayı amaçlayan platform, belli periyotlarda, yeni sanat çerçeveleri geliştirmek için küratörler, sanat yöneticileri, performans sanatçıları ve kurumlarla stratejik olarak çalışıyor. Gençer’in geçtiğimiz yıl hayata geçirdiği tüm projeler ve düzenlediği etkinliklerde ortaya çıkan disiplinlerarası yaklaşım, özellikle dikkat çekiyor: “Fotoğraf, video, edebiyat, müzik, tiyatro, mimari, dans, heykel ve daha niceleri… Hayatın her hücresinde performansın olduğu gerçeği yeni sanatsal çerçeveler geliştirirken beslendiğimiz alanlarda heyecan verici işbirlikleri doğuruyor. Çünkü aynı zamanda kurumun sanatsal yönetimini belirli dönemlerle küratörler ve sanat direktörlerine bırakıyoruz. Performans sanatının ne olduğu/ne olmadığı, arşivlenmesi, dökümantasyon problemleri, beden-mekan ilişkisi, android beden-zihin ve yeni medya gibi çağımız dinamikleriyle ilişkilenme hal- leri şeklinde gidecek oldukça uzun bir listeyi konuşarak; performans sanatı atölyeleri yaparak; yurt dışındaki örnekleri sunarak; yayınlar üreterek ilerlemenin önemli olduğunu düşünüyoruz.” Gençer’in birikimi ve vizyonu, uzun vadeli değer yaratacak, disiplinlerarası işbirliklerinden beslenecek ve etrafında oluşturduğu ağlarla büyüyen bir komünite oluşturacak bir platformu hayata geçiriyor. Istanbul Performance Art, bu yıl hem akademi hem de ulusal ve uluslara- rası birçok kültür kurumuyla işbirliği yapıyor. Stockholm, Viyana ve Tahran’a uzanan performanslar, Studio-X ve üniversitelerle gerçekleşen atölye ve konuşmalar, Ankara, Bodrum ve Diyarbakır’a uzanan performans ve atölyeler 2018’de performans sanatı etrafında dolu bir takvim sunuyor. Platform, 2018-2019 temasını ise “Yürümek” olarak belirlemiş. Bu tema çerçevesinde gerçekle- şecek yürüyüşler, konuşmalar, atölyeler, performanslar ve sergilerle ‘yürümek’ kavramını farklı perspektif ve disiplinler üzerinden ele alacak. Ayrıca önümüzdeki üç yıla dair belirlenen stratejilerde de yine uluslararası işbirlikleri, öğrenme ve deneyim aktarımı etrafında geliştirilen etkinlikler ve yeni bir bienal var.
Alanda bir başka yeni isim de, yine İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları alanından mezun olan ve kendi girişimi bodyinperform (bip) ile sanat hayatına devam eden Ayça Ceylan. Bodyinperform; performans sanatçılarını, küratörlerini, araştırmacıları, performans sanatı izleyicisini bir araya getirerek bu alandaki üretimlerin çeşitliliği artırmak ve performans kuramının tartışıl- masına katkıda bulunmak amacıyla, İstanbul merkezli bir performans sanatı platformu olarak kurulmuş. Türkiye’de performans sanatının görünürlüğünü artırmak, performans sanatı alanında arşiv çalışmaları yürütmek, yerel ve uluslararası organizasyonlara performans projeleri önermek, teknoloji, mimari, moda, müzik ve psikoloji alanlarıyla işbirliği yaparak performans sanatında yeni yaklaşımlar üzerine çalışmalar yürütmek ve performans sanatçılarına performans projelerini gerçekleştirebilmeleri için kay- nak yaratmak amaçlarını güden platform; performans, sergi, atölye, konuşma ve film olmak üzere beş farklı alanda içerikler geliştiriyor. Platformun bu yıl başlatacağı “body as archieve” başlıklı disiplinlerarası panel serisi; performans sanatçılarını, performans direktörlerini, küratörleri, koleksiyonerleri, avukatları ve akademisyenleri konuşmacı olarak ağırlayacak. Bodyinperform bu yıl İstanbul’dan Ankara ve Bodrum’a uğruyor ve tabii ki İran’dan Fransa’ya, İtalya’dan Portekiz’e birçok ülkeye uzanıyor.
Festivallerden mekana uzanan girişimler
Performistanbul, Istanbul Performance Art ve bodyinperform gibi girişimler bir mekandan ve sabit bir etkinlikten bağımsız olarak kurulmuş ve hayatlarını farklı işbirlikleri ve projelerle sürdürürken, A Corner in the World ve Açık Stüdyo gibi yapılar ise performans sanatı alanında, hayatına bir ‘festival’ ile başlayıp daha sonra çalışmalarını bir mekan ile sürdürdükleri bir model benimsediler.
Bağımsız bir performans sanatları festi- vali olarak hayatına başlayan A Corner in the World, Türkiye ve yakın coğrafyalardan performans sanatları alanında çalışan sanat- çıları bir araya getirmeyi hedefleyerek, 2015 ve 2016 yıllarında iki festival gerçekleştirdi. Bu deneyimler sayesinde sanatçılar ve seyirciler için bir buluşma platformuna dönüşen A Corner in the World, 2017 yılının Mayıs ayında bomontiada Alt’ın küratörlüğünü üstlendi. Platform, Alt’ın küratörlüğünü yürütmenin yanı sıra festivaline ve şehirdeki farklı etkinliklerine de devam ediyor. Fatih Gençkal, Claire Zerhouni ve Burcu Yılmaz’ın ortak kurucuları olduğu platform, farklı me- kanlar için performans sanatları başta olmak üzere programlar veya etkinlikler tasarlıyor. Bir yandan da yakın coğrafyalarda üretim yapan, ancak birbirinin işlerini tecrübe etme ve aynı sahneyi paylaşarak diyalog geliştir- me şansı bulamayan Türkiye, Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanlar’dan sanatçıları bir araya getiren, “Dünyada bir Köşe-Sahne Sanatları Festivali”ni düzenliyor ve sahne sanatları ala- nında kendi işlerini üretiyor.
Platformun işbirliğiyle hayata geçirilen “A Corner in the World X bomontiada Alt” başlıklı alan, zengin programıyla yeni işlerin yaratılmasını, disiplinler ve farklı coğrafyalar arasında dolaşım ve etkileşime katkıda bulunmayı, sanatçılara ilham verecek bir alan yaratmayı ve bomontiada’nın yaratıcı bir kültür kampüsüne dönüşmesine katkıda bulunmayı hedefliyor. A Corner in the World X bomontiada Alt programı, yerel ve uluslararası performanslar, konserler, buluşmalar, sergiler, özel işbirlikleri ve etkinliklerin yanı sıra konuk sanatçı programı ve 2015’ten beri gerçekleştirilen festivali içeriyor. A Corner in the World, geliştirdiği farklı disiplinlerden işbirlikleriyle performans sanatını merkeze alarak yeni bir deneyim alanı oluşturmayı amaçlıyor. Başka Sinema, Fol, İstanbul Sessiz Sinema Günleri, İstanbul Bienali ve Bir Baba Indie gibi birçok kurumla işbirliği yapan ekip, iki yıl boyunca festival sayesinde oluşturduğu komüniteyi İstanbul’un farklı alanlarındaki diğer komünitelerle bomontiada Alt’ta bir araya getiriyor. Herkese açık bir şehir kampüsü konumundaki bomontiada’da yer alan Alt’ı, sahne sanatları odağında çeşitli disiplinlere yer veren bir üretim, paylaşım ve buluşma alanı olarak kurgulayan A Corner in the World, Alt’ta bugüne kadar yerli ve yabancı toplulukların çağdaş dans ve tiyatro performansları, konser, film gösteri- mi, sergi, panel, söyleşi ve atölye gibi 100’ün üzerinde etkinliğe ev sahipliği yaptı. Bunun yanı sıra oluşturdukları misafir sanatçı programlarıyla dört yeni işin geliştirilmesini ve Alt’ın gerçek bir üretim ve etkileşim alanı haline gelmesini sağladı. A Corner in the World’un farklı iş ve projeler için kullandığı bomontiada Alt’ın yedi odasından dördü, geçtiğimiz günlerde alınan bir kararla Doğuş Grubu’na bağlı olarak geliştirilen ve bomontiada içerisinde başka bir binada olması beklenen Uluslararası Fotoğraf Müzesi ve Ara Güler Arşivi’ne tahsis edildi. Bu yüzden de bu yıl, Alt’ın yalnızca üç odası A Corner in the World ekibi tarafından kullanılıyor olacak. Bu durumun kısa sürede büyük bir başarı elde eden ekibin hayatını nasıl değiş- tireceğini ve doğru bir karar olup olmadığını hep birlikte göreceğiz.
Performans sanatı, Türkiye’de ağırlıklı olarak İstanbul odaklı bir üretim ve paylaşım alanına ve ağına sahip olsa da, farklı şehirlerde de yeni girişimler ve çalışmalar görmek mümkün. 2006 yılından bu yana İstanbul ve İzmir’de çalışmalarını sürdüren Şafak Ersözlü ve Bahar Nihal Ersözlü’nün performans sanatlarına yeni bir alan açmak niyetiyle 2016 yazında İzmir’de kurdukları Açık Stüdyo da onlardan biri. Açık Stüdyo, 2013 yılında sahne ve kamusal alan arası üre- tim odaklı geçiş sağlamak adına oluşturulmuş bir inisiyatif olan “Sanatta Görünürlük Festivali”nin de bir devamı niteliğinde. Eser üretimi ve sunumu, izleyici geliştirme, eğitim gibi alanlarda farklı olasılıklara, işbirlikleri- ne ve arayışlara açık olma ilkesiyle yola çıkan Açık Stüdyo, kendini bir ‘performans araş- tırmaları merkezi’ olarak tanımlıyor. Açık Stüdyo’nun içeriği; öncelikli olarak performans üretimi ve sunumu, etkinlik yönetimi, eğitim ve tematik atölye çalışmalarından oluşuyor. Stüdyo, aynı zamanda Sanatta Görünürlük Festivali’ne ve budalasultan inisiyatifine de ev sahipliği yapıyor. Stüdyo, bu yıl ise kendi mekanından ayrılarak Mavi Bahçe Alışveriş ve Yaşam Merkezi yerleşkesindeki yeni mekanına taşınıyor. Stüdyonun 2018 yılındaki planlarında uluslararası işbirlikleri ve üretimler ön planda. Sanatta Görünür- lük Festivali – İzmir, Civil Society Exchange kapsamında Bulgaristan’dan Sofia Underground Performance Art Festival ile partner oldu. 2018 Eylül’de gerçekleşmesi planla- nan festivalin bu işbirliği doğrultusunda nasıl dönüşeceği önemli bir merak konusu. Stüdyo ayrıca geçtiğimiz günlerde Camp Europe adında çok bileşenli bir çağdaş tiyatro yapımına ortak oldu. Entropia (Atina) öncülüğünde; UfaFabrik (Berlin), TGSpace (Amsterdam), R9Theatre (Budapeşte) ile yürütülecek ve rezidanslarda üretilecek performanslar; 2018 Mayıs’ta Atina’da sergilenecek. Budalasultan olarak 2017 yılının yaz aylarında Studio Matejka (Polonya) ile birlikte uluslararası kültür yöneticileri deği- şim programı Tandem Türkiye 4 kapsamında İzmir-Wroclav arasında çalışıp Gorzanow Sarayı’nda (Polonya) “Boşluğun Palimpsestleri: Yeniden Yapılanma” adlı bir mekana özgü performans projesini hayata geçiren ekip, yine budalasultan olarak ürettikleri ve Şafak Ersözlü’nün sahnede tek başına yer aldığı kişisel performans çalışması “Enstasis – ben mi gördüm kelebek olduğumu düşümde ben olduğunu düşleyen kelebek mi”, 2017 yazında Mitos Performing Arts Center’da (Limassol, Güney Kıbrıs) gösterildi. Açık Stüdyo’nun kurucu ortaklarından Şafak Ersözlü de, alandaki birçok deneyimli ve girişimci isim gibi İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları alanından mezun. Ersözlü, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları eğitiminin ona ve girişimine katkı- larını şöyle özetliyor: “Disiplinlerarası düşünebilme becerisi ve yaratıcı cesaret konusun- da önemli bir birim Sahne Sanatları. Çağdaş performansla pek çoğumuz orada tanıştık. Dolayısıyla şu anki ortamın şekillenmesin- deki katkısı şüphesiz ki yadsınamaz. Zamanla orada atılan tohumlar daha da serpilip gelişerek alanın sektörleşmesini sağlayabilir umarım. Belki böylece şu anda olduğumuz gibi cazibeli ama uçucu enerjiler olmaktan çıkıp daha yerleşik ve daha güçlü bir yaratıcı endüstriye dönüşebiliriz.”
İstanbul odaklı ilerleyen performans sanatı hareketini İzmir üzerinden okuduğumuzda ise başka önemli noktalar da görüyoruz. Ersözlü de tıpkı diğer performans sanatı girişimcileri gibi ‘sürdürülebilirlik’ mesele- sinden dem vuruyor ve bir ‘komünite’ olmanın altını çiziyor: “Türkiye’de çağdaş performans zaman zaman ortaya çıkan umut verici ve sevindirici girişimlerle ve etkileşim odaklarıyla canlılığını hep koruyan ancak sürdürülebilirliği sağlanmış bir örneğe henüz çok sık rastlayamadığımız için bir yanıyla hep kaygı verici bir alan. Sektörleşememiş olduğu için bir yanıyla içtenlikli üretimler ortaya koyan ancak yine aynı sebepten ötürü amatör koşullarda çalışmaya mahkum kalan profesyonellerden oluşmuş bir meslek grubundan bahsediyoruz. Bireylerin kendi olanaklarıyla kendine alan açtığı, ürettiği, duyurduğu bir yaratıcı endüstri bizim ülkemizde çağdaş performans. Tüm bu dezavantajlara rağmen uluslararası düzeyde işler üretebilen, üretmekten asla vazgeçmeyen, çok güçlü bir iç motivasyona sahip bir komünite olduğumuzu söyleyebilirim. Bakışımızı İstanbul’dan İzmir özeline taşıyacak olursak performans sözcüğünün son birkaç yıldır duyulmaya başladığını söyleyebiliriz. Bir bakıma ancak son üç yıldır İzmir’de çağdaş performans özelinde çalışmalar yapılıyor. İzmir’in sahne sanatlarıyla ilişkisi Devlet Opera ve Balesi ve Devlet Tiyatroları dışında İzmir’e turneye gelen tiyatro yapımlarıyla sınırlıydı öncesinde. Tabii İzmir Festivali, İzmir Caz Festivali, İzmir Kukla Günleri, İzmir Tiyatro Günleri, Taksav’ın düzenlediği İzmir Tiyatro Festivali gibi etkinlikler sayesinde seyirci sahnede farklı işler izleyebiliyordu ama çağdaş performans olgusu bu etkinliklerin politikasında bir yere sahip değildi. Belki hâlâ da değil. İzmir’de üniversite düzeyinde bir çağdaş dans bölümü ya da performans bölümü de yok. Olmaması da normal çünkü ülkede bu yaratıcı endüstriye ait kurulu bir düzen yok. Dolayısıyla bahsettiğim etkinliklerin ve ödenekli kurumların dışında birkaç bağımsız tiyatro grubunun kendi işlerini küçük mekanlarda seyirciyle buluşturması ile yürüyen bir ilişkiler ağından bahsede- biliriz. Fakat son yıllarda İzmir çevresinde, Şirince’de Tiyatro Medresesi, Karaburun’da Kavimler Kapısı ortaya çıktı. Bu şekilde yaz aylarında doğaya yakın olmakla öne çıkarak çağdaş tiyatro konusunda atölye çalışmaları ve benzeri etkinliklere ev sahipliği yapmaya başladı.”
Açık Stüdyo, mekan odaklı bir girişim. Doğrudan mekandan beslenen ve mekanın beslediği projelere yer veriyor. Bunun büyük artıları olduğu kadar zor yanları da var. Ersözlü, mekan odaklı girişimlerin, ya kamu ya da sermaye tarafından desteklenmesi gerektiğini, aksi halde ayakta kalabilmele- rinin gerçekten çok zor olduğunu söylüyor: “Bir mekanı yürütmek için ciddi bir ekip koordinasyonu gerekiyor. Kalabalık tiyatro gruplarının yürüttüğü mekanların ayakta kalabilmesi mali ve pratik sorumlulukların daha küçük ölçeklerde dağılımı sayesinde daha kolay olabilir. Bir oyunda görünen bir ünlü oyuncunun seyircisi süreklilik arz ederek gişeyi görece güvence altına da alabilir belki. Ya da mekanın olanakları izin veriyorsa konser ve benzeri etkinlikler, içki satışı ya da mutfak sayesinde de ek kaynaklar yaratılabiliyorsa işiniz biraz daha kolaylaşacaktır.” Ersözlü, bu noktada özellikle İstanbul’da son yıllarda ortaya çıkan çoğu performans sanatı girişiminin bir mekanı olmamasını, mekanın kendisinin bağlayıcı bir seçim ol- masına ve bunun sanatsal üretimin önüne geçebilmesine bağlıyor: “Mali yükü çok ağır ve sürdürebilmek için gerçekten desteklenmesi gerekiyor. Aksi halde mekanı kapatmak zorunda kalmanın ötesinde yüksek miktarlarda borçlanmanız çok olası. Yani çok riskli bir tercih. Dolayısıyla inisiyatifler mevcut mekanlarda işlerini yaparak faaliyetlerini sürdürmeyi tercih ediyor.” Açık Stüdyo da mekan odaklı bir girişim olarak mali konularda zorluk yaşamış ve geçtiğimiz yılın eylül ayında bir destek çağrısında bulunmuştu.
Türkiye’deki performans sanatı alanındaki bu hareketlilik, bir önceki ay yine bu sayfalarda bahsettiğimiz kültür kurumlarının ve sektörünün 21. yüzyılla mücadele etmesi için önemli bir örnek teşkil ediyor. ‘70’lerin üretim anlayışı ve ‘90’ların bir araya gelme metotlarından öğrenen bugünün girişimcileri, 21. yüzyılda var olmanın, sürdürülebilir bir model ve disiplinlerarası bir komünite inşa etmenin ve yereli düşünerek global hareket etmenin öneminin farkında.
Gelecek ancak geçmişin sahiplenilmesi ile yaşanabilir*: Müze Gazhane