kültür.limited 2023 yılı sonunda 8 yıllık yayın hayatını sonlandırmıştır. Site, bir arşiv işlevi görmesi için açık bırakılmıştır.

“Sezon açıldı!” Peki hâlâ bir sezon var mı?

17 Ekim 2017

*Bu yazı Istanbul Art News Ekim, 2017 Sayı: 45 Piyasa eki için yazılmıştır.

2017-2018 sezonu çağdaş sanat sahnesinde genç ve dinamik aktörlerin açılımları, yeni sanat rotalarını ve işbirliklerini gündeme getirirken, kültür-sanat sahnesinin köklü kurum ve etkinlikleri ise stratejik hatalarıyla akılda kalıyor.

‘Sezon’ kelimesi kültür-sanat ve spor gibi alanlarda belirli bir sürede veya dönemde gerçekleşen etkinlikleri anlatmak için kulleanılır. Sıklıkla önüne ilgili yılı ekleyerek de ilgili sezonu anlatırız. Kültür-sanat alanında farklı disiplinlerin farklı sezon aralıkları vardır. Örneğin, tiyatro sezonu genelde ekim-mayıs aylarında seyrederken, müzik sezonu kapalı performans merkezlerinde eylül ayında başlar, ancak açık hava festivalleri için sezon mayısta açılır. Söz konusu çağdaş sanat olunca sezon; şehre geri dönüş, okulların açılması, yazın sonu derken eylül ayına tekabül eder. İşte yine bir eylül ayını geride bıraktık ve 2017-2018 sezonunu çağdaş sanat alanındaki bol olaylı bir dizi etkinlikle açtık.

Çağdaş sanat piyasasında sezon açıldı. Ne kadar masum bir cümle, beş kelime. Oysa ki işin arka yüzü hiç o kadar masum, hiç bu kadar basit ve düz değil. İki yıldır hazırlıkları süren bir bienal, 10 yıl sonra tarihini değiştiren ve geçtiğimiz yılın enkazını toparlamaya çalışan bir sanat fuarı, ardı ardına kapanan, taşınan ve giderek azalan galeriler, kültür-sanat sahnesine dört yıl sonra geri dönen bir kurum ve tüm bunlara direnen bir İstanbul çağdaş sanat piyasası. 2017-2018 sezonunun nasıl başladığına bir dizi açılış, bolca görüş ve biraz analiz ile bakıyoruz.

Tüm bu yazıyı ise sanatçı Yağız Özgen’in ‘sezon’ kavramı hakkındaki görüşlerini aklınızın bir köşesine yazarak okumanızı tavsiye ediyoruz: “Sanat alanında gerçekleştirilen düşünsel etkinliklerin, sezonun başlangıcı, bitişi, yapıt ise maddi değeri, güzellik derecesi ve benzeri kısaca sorgulanmaksızın kabul edilebilecek estetik ya da etik ölçütleri olduğuna inanmıyorum. Sanatsal faaliyetlerin bu türden özellikleri olduğunu düşünüyor olmamızın temel nedeni sorgulanmaksızın kabul edilen toplumsal alışkanlıklarımız, psikolojik ihtiyaçlarımız olabilir. Zira, bir yerlerde bizim ‘sanat sezonu’ olarak kabul ettiğimiz süreçlerin ve ‘alışılagelmiş mekanların’ dışında oldukça nitelikli etkinlikler ve sergiler gerçekleştiriliyor olabilir. Bu nedenle bir aylık bir süreci ve kısıtlı sayıda mekanları değerlendirerek genele ilişkin bir yargıya varmanın en azından bana pek de doğru gelmediğini ifade etmeliyim.”

Bienalde hayvan hakları tartışması

Sezonun kuşkusuz en heyecanla beklenen olayı, bu yıl 30. yaşını kutlayan, Elmgreen ve Dragset küratörlüğünde ve “iyi bir komşu” başlığıyla gerçekleşen 15. İstanbul Bienali’ydi. Bienalin küratörleri, başlığı ve kavramsal çerçevesi açıklandığı günden bu yana çokça ve genelde olumlu olarak konuşuldu. Bu yukarı doğru gidişatı bir nebze duraklatan tek şey ise bienal mekânları oldu. Kuşkusuz “iyi bir komşu” temalı bir bienalin komşuluk ilişkileri, mahalleler, evler ve komşuluğa dair farklı mekanlarda gerçekleşmesi beklenirken ve Bakargiev bir önceki İstanbul Bienali’nde mekan kullanım çıtasını oldukça yükseğe taşımışken, bu yılki bienalin de bizi İstanbul’un kıyıda köşede kalmış mahallelerine, artık kullanılmayan evlerine, komşuluk günlerine taşıyacağını düşünüyorduk. Ancak bienal ne yazık ki İstanbul’un belli başlı müzelerine, galerilerine ve sanatçı atölyelerine hapsoldu. Bienal Direktörü Bige Örer, kültür.limited’e verdiği röportajda, bunu küratörlerin sanatsal pratiklerinde beyaz küp ve nötr mekanları tercih eden sanatçılar olmasına bağlıyor. Ancak bienal izleyicisi mekan seçimlerine olan olumsuz hislerini birçok yerde halen belirtiyor. Bütün bunlara rağmen bienal sergilerinin ve Zeyno Pekünlü tarafından hazırlanan kamusal programın içeriğinin doyurucu olduğu ise aşikar.

İstanbul Bienali, basında ve izleyiciler nezdinde sanat eserlerinde kullanılan fildişi, eşek ve solucanlarla ilgili bir sınav veriyor. Bienalde canlı ve ölü hayvanların kullanımına yönelik protestolara karşın İKSV yönetimi ve küratörler tarafından yapılan açıklamaların yetersiz bulunması bu konunun daha uzun bir süre tartışılacağını gösteriyor.

15. İstanbul Bienali, uluslararası basında ise ‘politik olmamak’la suçlanıyor. Elmgreen ve Dragset’in küratoryel seçimleri ve sanatçıların “iyi bir komşu” temasına getirdikleri bireysel yorum, nedense bazı sanat eleştirmenleri veya köşe yazarları tarafından ‘güvenli sularda oynamak’ veya ‘otosansür’ olarak değerlendiriliyor. Ancak bir yandan da sanatın politik olması durumu veya ‘politika’ ile ‘siyaset’ arasındaki ince çizgi, 15. İstanbul Bienali sergilerinde kendine yer ediniyor.

Contemporary Istanbul’un stratejileri

Bu yıl 15. İstanbul Bienali’yle aynı tarihe getirilerek bienalin rüzgarından, gelen yabancı konuklardan ve bienal açılış haftasının hareketinden yararlanmak isteyen Contemporary Istanbul ise ne yazık ki beklediği ilgiyi görmedi. Tahmin edildiği gibi bienalin gölgesinde kaldı. Sektörde konuştuğumuz çoğu kişi İstanbul Bienali ile Contemporary Istanbul’un aynı tarihe getirilmesini yanlış buluyor. Koleksiyonerler, sanat danışmanları, galeri yöneticileri ve sanatçılar bu durumu karışık ve talihsiz olarak değerlendiriyor.

Eylül ayında Karaköy’deki Juma Art binasındaki yeni yerine taşınan ve sezonu “o+oma+a” başlıklı sergisiyle açan Mixer’in direktörü Bengü Gün, galericiler için çok önemli olan ve epeydir heyecanla bekledikleri bu dönemin verimsiz geçtiğini söylüyor: “Geçtiğimiz yıllarda İstanbul için sanat ortamının hareketli geçtiği, yurt dışından da gözlerin bize döndüğü iki özel dönemden bahsetmek mümkündü. Bunlardan ilki, eylülde galerilerin ilk sergilerini açtıkları ve iki senede bir İstanbul Bienali’nin denk geldiği sezon açılış dönemi, diğeri ise kasım ayında Contemporary Istanbul ile hareketlenen dönem. Galeriler olarak bu zaman dilimlerinde en güzel sergilerimizi yapmaya ve ola- bildiğince çok ziyaretçiyle iletişime geçmeye çalışırdık. Bu sene her iki dönem de tek bir haftaya sıkıştı. Bienal izleyicisiyle fuardan çok galerimizde karşılaştık. Fakat fuarda olmamız gerektiği için bu izleyiciyle verimli bir iletişimimiz olamadı. Bu sene belirlenen tarihlerin bayramın hemen sonrasına denk gelmesi de işlerin akışını oldukça etkiledi. Özellikle galerimizin Karaköy’e taşınmasının da aynı tarihlere rastlaması nedeniyle paralel birçok sanatsal etkinliğe katılma fırsatımız olmadı. Sonuç olarak bizler için çok önemli olan ve epeydir heyecanla beklediğimiz bu dönemin tahmin ettiğimizden verimsiz geçtiğini söyleyebilirim.”

Contemporary Istanbul, bu yıl sadece değişen tarihleriyle değil, mekânsal tasarımı, iletişim stratejisi ve kendini tekrarlayan içeriğiyle de eleştiri oklarına tutuldu. Sanatçı Ekin Su Koç fuarda sergilenen yapıtlardaki tekrarla ilgili düşüncelerini şöyle aktarıyor: “Birçok kişiden yapıtlardaki tekrar konusunda eleştiriler duydum. Eleştiriler geçmiş yıllardakilerle çok benzer işler olması yönündeydi. Uluslararası alanın nabzını tutmaya çalışan bir sanatçı olarak fuarda Türk ve yabancı sanatçılar arasında bir kıyaslamaya giriyorsunuz ister istemez.” Fuar ziyaretçi rakamlarının ve satışa sunulan eserlerin toplam değerinin düştüğünü de Contemporary Istanbul tarafından yapılan basın açıklamalarında görüyoruz. 2016 yılında 90 binin üzerinde ziyaretçi ağırladığını ve satışa sunulan eserlerin toplam değerinin 56 milyon dolar olduğunu belirten CI, bu yıl tarihlerini değiştirmesine rağmen istediği etkiyi yakalayamadı ve ziyaretçi rakamlarını 80 binin üzerinde, satışa sunulan eserlerin toplam değerini ise 55 milyon olarak açık- ladı. Bu rakamları analiz ederken koleksiyoner Baha Toygar’ın 2017-2018 sezonu ile ilgili şu öngörülerinin de altını çizmeliyiz: “CI sonrası konuştuğum birçok galerici ve sanatçı satışların düşük düzeyde kaldığından yakındılar. Türkiye’nin şu anki politik duru- munu ve bunun piyasalara etkisini düşününce önümüzdeki dönemin kötü geçeceğini düşünüyorum.

Büyük alıcıların yabancı sanatçılara yönlenmesi, onların dışındaki alıcıları bugüne kadar görmezden gelen sanat piyasası için ciddi bir olumsuzluk taşıyor.” Toygar, sözlerine devam ederken yine de Türkiye çağdaş sanat piyasası için olumlu temennilerde bulunuyor: “Bütün olumsuzluklara, kapanan galerilere rağmen dinamik bir sanat ortamımız var. Bir yandan çok yeni genç sanatçıların sergilerini izlerken bir yandan da dünyaca tanınmış, örneğin Ai Weiwei gibi sanatçıların sergilerini görebiliyoruz. Kapananların yanında yeni galerin açılması, devam eden müze inşaatları umut verici. Umarım bu inşaatlar çabuk biter. Zilberman, Sanatorium gibi galerilerin yurt dışında şube açmaları da güzel gelişmeler arasında. Bu şekilde Türkiyeli sanatçılar uluslararası piyasalara da açılmış olacak.”

Fuarın bu yılki eleştirilen diğer yönlerinden biri de, Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından hayata geçirilen, ancak sahte çimlerle ziyaretçilere oldukça zor anlar yaşatan mekânsal tasarım ve fuarın belirli bir zümreye hitap eden gala resepsiyonu. CI, bu yıl galeri yöneticileri, koleksiyonerler, sanatçılar, sanat eleştirmenleri ve diğer konukların katılımıyla her yıl düzenlenen partisinden vazgeçerek, Esma Sultan Yalısı’nda sadece ‘özel’ davetlilerin katıldığı, fuarın katılımcı galeri ve sanatçılarının birçoğunun ve ulusal kültür-sanat basının haberinin dahi olmadığı bir ‘davet’ gerçekleştirdi. Bu davet de kültür-sanat çevrelerinde fuarın ‘sıkışmışlık’ algısını desteklediği şeklinde nitelendirildi.

Sezona hızlı başlayan diğer aktörler

Sezonun diğer öne çıkan kültür-sanat olaylarının başında ise Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan ve hem ziyaretçilerden hem de sanat basınından olumlu tepkiler alan Ai Weiwei sergisi geliyor. Sanat danışmanı Sevil Dolmacı, Ai Weiwei sergisini 15. İstanbul Bienali’nden sonra sezonun en önemli sergisi olarak nitelendiriyor: “2017- 2018 sanat sezonu hızlı başladı. Bana göre sezonun itici gücü kesinlikle bienal oldu. Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan Ai Weiwei sergisi heyecan uyandıran bienalden sonra ikinci önemli sergiydi. Bu sergi sanat piyasalarına alıcısından üreticisine, aracı kurumlarına, yazar, eleştirmen, akademisyenlerine, müzayedeci ve sanat işçilerine kadar her bir halkayı yeni- den motive eden, birleştiren, umut aşılayan bir hava getirdi. Son yıllarda politik ve ekonomik pek çok sebeple keyifsiz olan sanat ortamı yeni galerileri, bienal ile İstanbul’a gelen önemli sanatçılarıyla var olan alıcıları alım yapmak üzere yeniden motive ederken, yeni alıcılar için de yeni açılımlar sağladı.”

Bir süredir “Ne olacak bu Beyoğlu’nun hali?” başlıklı köşe yazılarına, analizlere ve muhabbetlere konu olan İstiklal Caddesi, kültür-sanatla ilgili bir yandan kan kaybetmeye devam ediyor, bir yandan da bazı kurumlar hâlâ umut varmışçasına bir adım atıyor. Mısır Apartmanı’nın kültür-sanat alanındaki ilk sakinlerinden Galeri Nev ve Pi Artworks ile Tophane ile Karaköy yolculuklarından sonra Sıraselviler Caddesi’ne taşınan Mixer, artSümer ile güçlerini birleştirerek Karaköy’e taşındı. Bu dört galeri, ilk defa galeri olarak tasarlanmış bir binada, Juma Art’ta toplandı. Çağdaş sanatın tekrar Karaköy’de bir rota olması için çalışacak galerilerin yanına, yine Asmalımescit’teki mekanını terk eden ve soluğu Juma Art’ın karşısında alan Sanatorium da katıldı. Beyoğlu’ndaki değişimin nasıl şekilleneceği ve Karaköy’ün tekrar bir sanat rotası haline gelip gelmeyeceği belirsiz, ancak Mixer’den Bengü Gün konuyla ilgili olumlu bir bakış açısına sahip ve Karaköy’e taşınmalarının etkilerini şimdiden gördüklerini söylüyor: “Beyoğlu iki sene öncesine kadar çok güzel bir rota idi. İzleyicilerimiz galeriyi gezdikten sonra kahve içmek için bir yerlere oturup, akşam yemek yemek için de Beyoğlu’nda bir mekan seçiyorlardı. Fakat maalesef yaşanan terör olayları ve Beyoğlu’nun giderek bizim kitlemiz tarafından çok tercih edilmemesi nedeniyle, birçok mekan kapanmak zorun- da kaldı. Bu da bahsettiğim bu rotanın bölünmesine neden oldu. Karaköy’de yeniden böyle bir ortam yaratabileceğimize inanıyoruz. Diğer galerilerle bir arada olmamız da burayı bir çekim merkezine dönüştürecektir. Şu anda İstanbul Bienali rotasında olmamız da bize güzel dönüşler sağlıyor. Taşınalı henüz bir ay bile olmadı ama izleyici sayımızda da net bir artış gözlemliyoruz. Bir arada bulunmamız ve sesimizi duyurmak açısından birlikte etkinlikler düzenleyecek olmamız, farklı bir sinerji yaratacak.”

Galeriler Beyoğlu’ndan hızla kaçarken, semtin eski bir sakini ise İstiklal Caddesi’ne geri döndü. İstiklal Caddesi’nde 50 yıldan fazladır hizmet veren Yapı Kredi Kültür Sanat, Teğet Mimarlık tarafından dört yılda yenilenen binası ve tasarlanan içerikleriyle tekrar açıldı. Ancak Yapı Kredi Kültür Sanat, ne mekânsal tasarım ne de içerik olarak beklentileri karşılayamadı. 2000’lerin başında tasarlanmış gibi duran bina birçok açıdan kültür-sanata erişim konusunda sorunlu. Binanın sergi alanlarının 2-2.5 kat arttığı söylenirken, sergilerin binanın belirli alanlarında sıkışıp kalması, sergi dışındaki etkinliklerin ise belediyelerin kültür merkez- lerindeki çok amaçlı salonlar gibi tam olarak neye hizmet edeceği tasarlanmamış odalara sıkışacak gibi gözükmesi, binanın fonksiyonlarının tekrar düşünülmesi gerektiğini gösteriyor. Yapı Kredi Kültür Sanat binasının beşinci katında, sadece özel bir sistem ile girilen, 4 bini nadir eser olmak üzere yaklaşık 80 bini aşkın kitaba erişim sağlayan kütüphane ise ‘kütüphane’, ‘araştırma merkezi’ ve ‘çalışma alanı’ gibi kavramların iç içe geçtiği 21. yüzyılda, ne yazık ki beklentileri karşılamıyor. Yapı Kredi Kültür Sanat’ın beklentileri karşılamayan bir diğer noktası da bi- nanın açılış sergisi “Sarmal”. Küratörlüğünü Dr. Necmi Sönmez’in üstlendiği “Sarmal”, Yapı Kredi’nin koruyucu koleksiyonerlik anlayışını ve kültür sanat birikimini yansıtıyor, ancak oldukça dar bir sergileme anlayışı sunarak beklenen heyecanı veremiyor. Yapı Kredi Kültür Sanat’ın girişine bütün heybetiyle konumlanan kitabevi ve binanın içinden İstiklal Caddesi’ni kucaklayan Akdeniz Heykeli, yenilenen Yapı Kredi Kültür Sanat’ın herkesten olumlu yorum alan tek noktaları gibi.

Sezonun bir diğer önemli sergisi ise yine Beyoğlu’nda gerçekleşiyor. Arter’de açılan “Kaf Dağı’nın Ardında” sergisi CANAN’ın özlenen işleriyle yeni üretimlerini bir araya getiriyor. Arter’in vitrinini ‘süsleyen’ işlerine aşina kültür-sanat izleyicisi bu sergide de beklentilerinin karşılandığını hissedebilir, ancak Beyoğlu’nun bitmek bilmeyen inşaatı bu vitrinin yanında pek de keyifli olmayan bir yolculuk sunuyor. Arter’in hemen karşısındaki Borusan Müzik Evi, sezonu ekim ayında konserlerle açacak. Fakat bu binada nicedir özlediğimiz sergilerin geri dönüp dönmeyeceği belirsiz. Belirsiz olan başka bir konu da, SALT Beyoğlu’nun ne zaman hayatımıza geri döneceği veya Beyoğlu’nu tamamen terk edip etmeyeceği.

İstanbul Modern’in belirsizlikleri

Hazır konu belirsizliklerden açılmışken çağdaş sanat piyasasındaki bir başka belirsiz durumla devam edelim. Neredeyse bir yıl önce, Kasım 2016’da İstanbul Modern tarafından yapılan açıklamada müzenin yıkıldıktan sonra geçici olarak Paket Postanesi’nde hizmet vereceği, 2019’da ise yenilenen binası ve kapsadıklarıyla Galataport kapsamında tekrar açılacağı söylenmişti. Hatta İstanbul Modern’de Ocak-Temmuz ayları arasında açık kalan “Liman” sergisindeki zaman çizelgesi de Paket Postanesi ile bitiyordu. Ancak Mart 2017’de beklenmeyen -en azından bizim için- bir durum ortaya çıktı ve İstanbul Modern’in taşınması planlanan Paket Postanesi yıkıldı. Paket Postanesi’nin yıkılmasıyla ilgili İstanbul Modern tarafından henüz bir açıklama yapılmazken, Galataport tarafından yapılan “İstanbul Modern projesinde herhangi bir değişiklik yok. Yıkım, binanın yeniden yapılması için yapıldı. Yeni bina sonbahara kadar bitecek, sonrasında da İstanbul Modern geçici olarak buraya taşınacak.” şeklindeki açıklama kimse için bir anlam ifade etmemişti. Zira halihazırda birinci dereceden tarihi eser olarak nitelendirilen bir binanın nasıl yıkılabildiği ve bu yıkımı yapan ticari şirketin bir kültür-sanat kurumuyla nasıl bir işbirliği içinde olduğu, sanat çevrelerinde bir merak unsuru. İstanbul Modern’in ne zaman yıkılacağı, geçici olarak bir yere taşınıp taşınmayacağı, yeni binasının gerçekten 2019’da bitip bitmeyeceği ise bırakın kamuyu, müze çalışanlarının çoğu tarafından bile bilinmiyor. Kamuya mal olmuş bu denli büyük bir kültür-sanat kurumunun bu kadar belirsiz, stratejisiz ve katılımdan uzak bir anlayışla bu durumu yönetmesi ise kafalardaki soru işaretlerinin artmasına neden oluyor.

İstanbul Modern, geçtiğimiz ay bütün bunların yanında başka bir konuyla daha eleştirilerin odağındaydı. 15. İstanbul Bienali sergilerine ev sahipliği yapan İstanbul Modern ve Pera Müzesi, bienal boyunca birbirinin tamamen karşısında iki strateji izledi. Pera Müzesi bienal boyunca tüm müzeyi ve sergilerini herkese ücretsiz sunarken, İstanbul Modern; müze içerisinden bienal sergisine ve bienalden müze içerisine geçişi kapattı. Müzeyi gezmek isteyen bienal ziyaretçilerini müze binasından çıkararak tekrar ana girişe ve bilet almaya yönlendirdi. İstanbul Modern’in bu stratejisi kültür sektöründe katılımcı yaklaşımlarda yeni yollar açmak ve yeni ziyaretçiler kazanmak için kaçırılmış bir fırsat olarak nitelendiriliyor. Her iki konuyla ilgili görüşlerini sorduğumuz İstanbul
Modern Sergiler ve Programlar Direktörü Çelenk Bafra, herhangi bir açıklama yapmak istemediğini belirtti.

Çağdaş sanat sahnesinde yeni açılımlar

Konuyu müzeler, taşınmalar, yeni binalar ve rotalara getirmişken bir de Dolapdere’ye uğrayabiliriz. Dolapdere’de 2018 yılı sonbaharında açılması planlanan Vehbi Koç Vakfı Çağdaş Sanat Müzesi -ya da açıklanan adıyla Arter’in- bu yıl bienal döneminde bir ön basın toplantısı yapması bekleniyordu, lakin beklenen olmadı ve yapılmadı. Arter’den aldığımız bilgiye göre müzeyle ilgili iletişim önümüzdeki yaz başlayacak. Dolapdere’nin yeni bir sakini ise Pilevneli Gallery. Açılışını Belçikalı seramik sanatçısı Johan Creten’in kişisel sergisi ve İsviçreli sanatçı Ugo Rondinone’nin binanın çatısına yerleştirilen neon gökkuşağı enstalasyonuyla yapan galeri, hem sanat eleştirmenlerinden hem koleksiyonerlerden büyük ilgi gördü.

Çağdaş sanat sahnesinin iki önemli ismi de sezona farklı açılımlar ve girişimlerle başladı. Geçtiğimiz aylarda Rampa’yı kapatan Esra Sarıgedik, kurduğu BüroSarıgedik adlı girişimle sanatçılara farklı bir destek mekanizması ve sergileme olanağı sunuyor. Ağustos ayında The Empire Project’in konvansiyonel anlamda mekan odaklı sergilerden uzaklaşacağını haber veren Kerimcan Güleryüz ise sezona Lastik Project’in sergisiyle başladı. Hyun Cho, Tom Fellows ve Kerim Zapsu tarafından kurulan Lastik Project’in Ulaş Parkan küratörlüğündeki “Manipülatif” başlıklı sergisi sanat çevrelerinden olumlu tepkiler aldı. Hem Esra Sarıgedik’in hem de Kerimcan Güleryüz’ün mekân odaklı sanat anlayışından uzaklaşması, 21. yüzyıl sanat pratikleri ve çağdaş sanat dinamikleri açısından önemli açılımlar sağlıyor.

2017-2018 sezonu çağdaş sanat sahnesinde genç ve dinamik aktörlerin yeni açılımları, yeni sanat rotalarını ve yeni işbirliklerini gündeme getirirken, kültür-sanat sahnesinin köklü kurum ve etkinlikleri ise stratejik hatalarıyla akılda kalıyor. 21. yüzyıl insanının ve kurumlarının ihtiyaçları giderek değişiyor, buna ayak uyduramayan kurumların ise kısa zamanda çökeceğini veya sarsılacağını söylemek mümkün. Belki önümüzdeki yıllarda ‘sezon’ kavramı bile kalmayacak. Ne dersiniz?