kültür.limited 2023 yılı sonunda 8 yıllık yayın hayatını sonlandırmıştır. Site, bir arşiv işlevi görmesi için açık bırakılmıştır.

Tarihi mekanlarda kültür ekseninde devam eden üretim ve iş birliği

7 Ocak 2019

*Bu yazı Istanbul Art News Aralık, 2018 Sayı: 57 Piyasa eki için yazılmıştır.

Bir süredir İstanbul başta olmak üzere birçok şehirde tarihi yapıların yeni kültür merkezlerine dönüştüğünü gözlemliyoruz. Bu aslında yeni bir şey değil. Kimse Amerika’yı yeniden keşfetmiyor. Tarihi binaların, post-endüstriyel yapıların kültür-sanat başta olmak üzere yaratıcı endüstriler için kullanılması dünyanın her yerinde sık görülen bir şey. Ancak Türkiye’nin dört bir yanında kültür-sanatın mesken tuttuğu bu tarihi yapılarda artık yenilikçi iş modelleri ve farklı çalışma ve üretim merkezlerine alan açan birkaç yeni örnek var. Hepsi de bu sonbaharda hayatımıza girdi. 2018 sonbaharı bu yıl bereketi ile geldi.

İstanbul’un yeni yaratıcı platformları

Bu alanların ilki, eylül ayında Kumbaracı Yokuşu’ndaki tarihi bir binada, mimarlık ve sanatı buluşturan bir mekân olarak hayatına başlayan The Circle. Avcı Architects öncülüğünde Selçuk Avcı, Sanja Jurca Avcı, Markus Lehto, Eda Çarmıklı, Yüksel Demir, Kemal Seyhan, Nurgül Türker, Dilara Tekin Gezginti ve Yunus Tonkuş tarafından kurulan TheCircle, kendisini ‘mimarlık ve tasarım odaklı bir ortak çalışma alanı, iş birliği, öğrenme ve öğretme topluluğu’ olarak tanımlıyor. Oluşum aynı zamanda sergi mekânı, iş birliği merkezi, etkinlik mekânı, üretim atölyesi, araştırma ve öğretim için akademik bir platform, müzik mekânı, yaşam ve iş ilişkileri için bütünsel bir uygulama alanı gibi kapsamları bünyesinde barındırıyor. Platformun felsefesi ise samimiyet, açıklık ve kapsayıcılığa dayanıyor. Kurucular, platformun katılımcılarının hem kendilerini bireysel olarak daha iyi ifade etmeleri hem de profesyonel ve kişisel yaşamlarındaki potansiyelleri artırabilecekleri bir alana kavuşmaları için The Circle topluluğuna dahil olmaya davet ediyor. Platform, sadece mimarlığa değil, aynı zamanda mimarlığın özünde çokdisiplinli bir sanat olduğunun farkında olarak kişisel ve profesyonel gelişime odaklanıyor. Platformun ilk etkinliklerinden biri, küratörlüğünü Sanja Jurca Avcı’nın gerçekleştirdiği ve Slovenyalı sanatçı Joni Zakonjšek’in “Kalp Olmak Ne Ola?” başlıklı İstanbul’daki ilk kişisel sergisi. 15 Eylül – 14 Ekim 2018 tarihleri arasında izlenen sergi, sanatçının zihin, doğa ve kozmos arasında şiirsel bir ahenk bulma ihtimallerine odaklanan eserlerine yer veriyordu.

Ekim ayında açılan Hamam Arts Hub (HAH) ise tarihi bir hamamdan dönüştürülen bir yaratıcı platform. Kuruçeşme’nin kömür deposu olduğu 17. yüzyıl döneminde çalışanların temizlenmesi, arınması, dinlenmesi ve sosyalleşmesi amacıyla inşa edilen tarihi Osmanlı hamamı; İstanbul Design Factory’nin mimari renovasyonu ile Hamam Arts Hub (HAH) olarak yeniden hayat buldu. Platform, geleneksel sanatlar, çağdaş sanat, dijital sanatlar gibi sanatın birçok alanını kapsamanın yanında sanat, teknoloji ve girişimciliğin bir arada yer aldığı ve yaratıcı genç sanatçıların birlikte çalışma ve üretme imkânı yakaladığı ortak çalışma alanları ile girişimcilik ve yaratıcılık ekseninde bir ekosistem yaratmayı da hedefliyor. Platformun kurucusu ve yönetim kurulu başkanı ise girişimcilik dünyasının yakından tanıdığı Ersin Pamuksüzer. Pamuksüzer, Başakşehir Living Lab ve Starters Hub gibi platformların yanında, The LifeCo ve SAF markalarının da kurucusu. Sergi ve performans alanlarının yanı sıra içinde ortak çalışma alanı da barındıracak platform, bu açıdan İstanbul’daki birçok ortak çalışma alanının ve yaratıcı platformun içinde, odağında doğrudan ‘sanat’ olan tek mekân olarak öne çıkıyor. Platformun ilk sergisi, Galeri Binyıl tarafından mekânda 28 Eylül – 4 Kasım 2018 tarihleri arasında 4. İstanbul Tasarım Bienali’ne paralel olarak gerçekleştirilen “Su Okulu” oldu. Sergide, Türkiye’den 23 ve Yunanistan’dan 6 sanatçı yer aldı.

Rezidans programıyla dikkat çekiyor

Ekim ayında İstanbul’un bir başka köşesinde, Şişhane’de açılan bir platform da Kıraathane 24 – İstanbul Edebiyat Evi oldu. Norveç Krallığı Ankara Büyükelçiliği ile The Reva&David Foundation destekleriyle, kâr amacı gütmeyen bir platform olarak kurulan mekân, odağına edebiyat ve sanatı alarak birçok kamusal etkinlik gerçekleştiriyor. Bağımsız internet gazetesi T24’ün kültür yayını olan K24’ün bir uzantısı olarak hayata geçen platform, sanatçılar ve edebiyatçılar için yeni bir buluşma noktası olmayı hedefliyor. Şişhane’deki altı katlı tarihi bir apartmanı mesken edinen Kıraathane 24’ün her katı kullanılıyor. Mekân, dört mevsime yayılan programı ile 12 ay boyunca güncel ve farklı içerik sunuyor. Sergilerden konuşmalara, şiir gecelerinden atölyelere, kitap stüdyosundan ‘Tatlı Perşembe’lere, kitap kulübünden film gösterimlerine, okuma tiyatrosundan kitap sohbetleri ve imza günlerine, çocuklar ve gençler için özel olarak oluşturulan programlara uzanan geniş bir etkinlik tablosu ortaya çıkıyor. İstanbul Edebiyat Evi’nin etkinliklerinin yanı sıra sektöre kazandırdığı bir diğer önemli konu da ‘Evdeki Misafir’ başlıklı rezidans programı. Türkiye’de daha çok güncel sanat alanında gördüğümüz rezidans programlarının yanında Kıraathane’nin edebiyat odağındaki rezidans programı, bu anlamda bir ilk niteliğinde ve büyük önem taşıyor. Türkiye’den ve dünyanın her yerinden yazar, düşünür ve sanatçılara açılan ‘Misafir Odası’, misafirlerine burada kaldığı süre içinde İstanbul’daki okurlarla, yazarlarla, sanatçılarla buluşup konuşması, öğretmesi ve öğrenmesi için bir alan açıyor.

İstanbul’da tarihi ve kültürel mirasın kültür-sanat odağında yaratıcı bir platforma dönüşmesi kuşkusuz büyük şirketleri ve farklı aktörleri de bu alandaki yatırımlarını tekrar gözden geçirmeye itti. Silahtarağa Elektrik Santrali’nin santralistanbul’a dönüşmesi ve Tarihi Bomonti Bira Fabrikası’nın bomontiada’ya dönüşmesi gibi kültürel mirasımızda önemli yer tutan mekânlar, şehrin üretim ve çekim merkezi olmaya devam etmek için farklı niteliklerle tekrar işlevlendirildi. Bu noktada uzun süredir kendini film ve dizi çekimleri için bir alan olarak konumlandıran ve 1810 yılında bir tabakhane olarak kurulmuş Beykoz Kundura Fabrikası da bu dönüşümden farklı nitelikte ve çokdisiplinli bir kültür-sanat platformu olarak çıkmaya hazırlanıyor. Sanayileşmenin tarihinde önemli bir rol üstlenmiş olan fabrika, İstanbul’da Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kesintisiz olarak faaliyet göstermiş nadir endüstriyel kültür mirası örneklerinden biri. Fabrikada restorasyon projeleri devam ederken Beykoz Kundura Fabrikası da çekimlere ve etkinliklere ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Fabrika, 2005 yılında özelleştirme sonrası Yıldırım Holding’e satıldı. Holding, mekânın yaratıcı endüstrilere hizmet eden bir platform olarak yapılandırılması için faaliyete geçti. O günden bu yana birçok çekime, konsere ve özel etkinliğe ev sahipliği yapan mekân, Kasım ayında kapılarını açan Kundura Sinema ile başka bir nitelik daha kazandı. Beykoz Kundura’nın fabrika geçmişinde önemli bir yer tutan sinema, tematik programları ve yan etkinlikleriyle tekrar hayata geçerek izleyiciyle buluşuyor. Kundura Sinema, mekânın tarihinden ve geçmişindeki bu gelenekten yola çıkarak fabrikanın kalbi olarak nitelendirilen Kazan Dairesi’nin bir bölümünü, Kundura’nın film izleme kültürünü devam ettirecek bir sinema salonuna dönüştürdü. Kundura Sinema küratöryel içerikleri, tematik programları ve yan etkinlikleriyle filmler üzerine düşünmek, konuşmak ve sinemaya dair alternatif bir perspektif sunmak için hayata geçirildi. Beykoz Kundura; Kundura Sinema’ya ek olarak 2019 sonunda açılacak olan Kundura Sahne ve mekânın kültürel mirasına sahip çıkma amacıyla Kundura Hafıza başlığı altında yürüttüğü sözlü tarih projesi ile birlikte, filmlerin ve hikayelerin sadece üretildiği değil aynı zamanda izleyicisiyle buluştuğu, İstanbul’un nitelikli kültür-sanat alanlarından birine dönüşmeyi hedefliyor.

Ege’de tarihin izinde, sanatın peşinde

İstanbul’dan biraz uzaklaşıp Ege kıyılarına gittiğimizde de benzer bir doku görüyoruz. Ekim ayında İzmir’de açılan Hayy Açık Alan, güncel sanatı odağına alan, farklı disiplinlerle kolektif düşünme yollarını araştıran bir mekân olarak konumlanıyor. Hayy Açık Alan, Türkiye’nin farklı şehirlerinden kolektifleri, inisiyatifleri, yaratıcı zihinleri İzmir’de bir araya getirmeyi amaçlıyor. Uzun yıllardır İstanbul sanat ortamında birçok etkinlik düzenleyen ve içerik geliştiren iki başarılı kadının birçok destekçiyle birlikte hayata geçirdiği bir platform Hayy. Sanat yöneticileri Saliha Yavuz ve Ayşe Gür’ün aylar süren çabaları neticesinde İzmir, Kemeraltı’ndaki  tarihi bina; sergilerin, konuşmaların, atölyelerin ve araştırmanın odağa alındığı bir merkez haline getirildi. 19. yüzyıldan kalma bir han olan Piyaleoğlu Han içerisinde yer alan mekân, İzmirli sanatçıların üretimlerinden ilham alarak gerçekleşen bir birliktelik, bir alan olarak ortaya çıkıyor. İstanbul ve İstanbul’un periferileri olma potansiyelindeki başka şehirlerdeki sanat üretimini, mimari, bitki bilim, edebiyat ve daha birçok başka farklı disiplinlerle bir araya getirme eğiliminde olan alan, odağına tüketim yerine üretim, bilgilenmek yerine deneyimlemek ve anlatmak değil dinlemeyi alıyor. Varlık nedenlerinden birini İzmir’e ve İzmirli sanatçılara dokunan, ilişki kuran etkinlikler yaparak etkileşim sağlamak olarak belirten mekanın programı, her sezon değişen, farklı disiplinlerden temsilcilerin olduğu, kurucuların moderatörlüğündeki danışma grubu ile kurgulanıyor.

Sergi, konuşma, yayıncılık, pratik atölye çalışmaları ve eğitimler yapılması planlanan alan, yapılan etkinlikler yolu ile sanata dokunması koşulu ile her disipline açık. İstanbul, İzmir, Ankara, Diyarbakır, Hatay, Mardin, Batman, Adana, Mersin ve Eskişehir öncelikli olmak üzere bahsi geçen şehirlerde yaşayan ve üreten sanatçılardan, yazarlardan, küratörlerden, edebiyatçılardan, tasarımcılardan, finans uzmanlarından, sinemacılardan, sergi tasarımcılarından, sanat yöneticilerinden oluşan kolektif bir dostluk ve üretim sarmalından beslenen mekan, kâr amacı gütmeyen bir oluşum olarak kuruldu. Hayy Açık Alan, açılışını 18 Ekim – 23 Kasım 2018 tarihleri arasında, küratörlüğünü Monitor‘un üstlendiği ve Loading iş birliğinde gerçekleştirilen “Aynada Görülen Nesneler, Göründüğünden Daha Yakındır” başlıklı sergi ile yaptı.

İzmir’den Ege’nin daha küçük bir kasabasına uzanıyoruz. Eylül ayında, Balıkesir, Ayvalık’ta yer alan Mutluköy’de eski bir zeytin mengenesinde, Defne Koryürek ve Vasıf Kortun tarafından kurulan ‘bir misafirperverlik ve iş birliği projesi’ Mutluköy Konukevi, sakinlerine akademik ve kurumsal ortamların sınırlarının ötesinde ve günlük üretim döngüsünün dışında bir yer açan ve problem çözmeyi teşvik etmek için derin düşünme, çalışma ve iş birliği bağlamında destekleyici bir ortam sözü veriyor. Tarım, gastronomi ve ekoloji alanları ile bunlarla bütüncül ilişki kurarak, disiplinlerarası çalışan felsefe, sosyoloji, antropoloji, hukuk, siyaset bilimi ve sanat insanlarına 2019 itibarı ile, bahar ve güz olmak üzere yılda iki dönem, iki haftadan dört aya uzanan sürelerle konut olmayı amaçlıyor. Misyonu tarım, gastronomi ve ekoloji alanlarında dönüştürücü düşüncenin gelişimi için yer, zaman ve iş birlikleri sağlamak olan Mutluköy Konukevi için 2019 yılı bahar ve güz dönemi başvuruları açıldı. Mutluköy Konukevi’nin seçici kurulunda ise Ali Akay, Aslıhan Demirtaş, Can Altay, Defne Koryürek, Emet Değirmenci, Eren Tapan, Ergem Şenyuva, Özge Samancı, Serhan Ada, Sezai Ozan Zeybek, Uygar Özesmi, Ümit Şahin ve Vasıf Kortun yer alıyor. Mutluköy Konukevi, bu noktada sakinlerine beraber yaşama, üretme ve çalışma için bir alan açıyor.

Kültürün diğer disiplinlerle ilişkisi, geldiğimiz noktada ve içinde bulunduğumuz yüzyılda değişen ihtiyaçlar ve öncelikler, kültür insanlarını yeni düşünce ve bir araya gelme yolları bulmaya itiyor. Odağına yaratıcılığı, birlikte üretmeyi, çalışmayı, düşünmeyi, bir araya gelmeyi alan bu mekanlar, kültür alanında yeni bir çalışma ve öğrenme umudunu da beraberinde getiriyor. Farklı disiplinlerin birbirine dokunduğu, ilham verdiği, alan açtığı, farklı kişilerin destek, birlik, iş birliği içerisinde çalıştığı, tarihi binaların nitelikli üretimler için yeniden işlev kazandığı bir dünya, belki de içinde bulunduğumuz dönemde en çok ihtiyacımız olan şeyi, umudu, bize tekrar getiriyor.