SANATORIUM, 18 Mart – 24 Nisan 2022 tarihleri arasında Jing Yi Teo küratörlüğünde düzenlenen, Nina Kuttler ve Natasha Tontey’in işlerinin yer aldığı ‘Her Yöne Titreşmek’ başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergi, teknolojiye yönelik yaklaşımların çeşitliliğini insan merkezli ortamlarda bilginin insan dışı cisimleşmesi yoluyla araştırıyor.
Her Yöne Titreşmek, Martinikli yazar ve felsefeci Édouard Glissant’ın işlerini referans alıyor. Glissant, dünyadan ayrılmaz olmuşumuzu kabul ederek, emperyal düşünce ve korku düzeni tarafından dayatılan kategorileri reddetmek için bir içgüdü, onunla birlikte titreşmek için bir çağrı olarak “tremblement” ya da “titrek düşünme”yi öne sürer. Kurguyu, her iki sanatçının pratiklerinin merkezinde yer alan bir spekülatif düşünme yöntemi olarak gören sergi, bilgi üretiminin farklı yollarında tarihi kurguyla iç içe geçiren artefaktlar, anekdotlar ve arşivlere dayanarak yaklaşan teknolojilere dair bir öneri sunuyor.
Natasha Tontey’in, bir zamanlar ilk insanın bir kadın olduğuna ve bir taş aracılığıyla doğum yaptığına inanılan, Endonezya’daki Kuzey Sulavesi’de araştırdığı ve üzerine düşündüğü Mapalusen Çağı ve Wa’anak Witu Watu başlıklı çalışmaları, Minahasa halkının kurmaca, mitsel yaklaşımlarını, kozmolojisini ve onların coğrafi bir varlık olan taşla ilişkisini inceliyor. Minahasa kabilesinin yerlilerine özgü olan, insanların taşla iletişim biçimlerini kutladıkları bu adet, kurumsallaşma öncesi bir din uygulaması olarak anlaşılır ve animist bir inanç olarak sınıflandırılır, ancak Minahasa halkına göre kendileri tek tanrıcılığı uygularlar. Tontey’in atalarının köklerine yaptığı yolculuk deneyimi, 3 boyutlu animasyon ve anlamsız şiirlerle örülü parçalı görüntülerde yakalanıyor. Tontey, sergide sonsuz kopya olarak dağıtılan, toplulukların kapitalizm sonrası bir bakım ekonomisinde örgütlendikleri Spekülatif Coğrafi Dönem haritalamalarını, araştırmasının bir taslağı olarak hazırlandı.
Nina Kuttler’in işleri daha geniş bir jeolojiyi yansıtıyor: sualtı ve uzay. En Gürültülü Hayvan, insan ve insan dışı varlıkların bir arada var olduğu sentetik bir ekolojinin ses manzarasını sunuyor. Ses manzarasında baş kahraman olarak yer alan tabanca karidesinin çıkardığı patlama gürültüsü, koloniler halinde çıkarıldığında o kadar yüksektir ki denizaltıların iletişim kurma ve görme yetisini bozar, ayrıca mercan resiflerinin sağlığına dair bir işaret niteliğindedir: Ne kadar gürültü varsa o kadar yaşam vardır. Sualtının ve tabanca karideslerinin patlayan sesleri, bir ortam fikri uyandıran dijital olarak yaratılmış seslerle değiştiriliyor ve karıştırılıyor; sesler yığını, kendi ortamlarının ve ritimlerinin, şiddetinin ve evriminin kolektif bir zekasını ve farkındalığını ortaya koyuyor.
“Başka Bir Gemiyi Batırmak İçin Bir Gemi”, Leonardo Da Vinci tarafından denizaltı savaş gemisi fikrine verilen isimdi. Da Vinci’ninkiler, denizaltılar için ilk çizilen eskizler olsa da, bugünün bilgisiyle tasarımlara bakıldığında suyun altına batma kapasitelerinin olmadığı anlaşılır. Kuttler’ın sergide yer alan neon heykelleri, Da Vinci’ninkilerden sonra gelen, denizaltılara dair ilk fikirlere ve çizimlere göre kurgulandı: Denis Papin’in 1690 tarihli çizimi, Robert Fulton’un 1800 tarihli Nautilus’u ve Simon Lake’in 1897 tarihli argonotu. İnsanın bilinmeyen yerlere uzanma dürtüsüne ayrıca, bir uzay aracı tarafından fotoğraflanan, uzaydaki en uzak nesne olan Ultima Thule’ye göre elle modellenen kil heykellerle odaklanıyor. Sadece bir uydunun yorumu aracılığıyla var olan bir nesnenin yeniden yorumu olan heykeller, mesafe ve zamanın insanlık için kavranılamaz kavramlar olduğu ve derin bir geleceğe yönelik merakı temsil ediyor.