kültür.limited 2023 yılı sonunda 8 yıllık yayın hayatını sonlandırmıştır. Site, bir arşiv işlevi görmesi için açık bırakılmıştır.

Sanatçıların mirası ne kadar korunuyor?

23 Mayıs 2017

*Bu yazı Istanbul Art News Mayıs, 2017 Sayı: 42 Piyasa eki için yazılmıştır.

‘Değeri öldükten sonra anlaşıldı’ söylemi birçok sanatçı için kullanılır. Peki, bu söylem ‘öldükten sonra değeri azaldı’ durumuna dönüşebilir mi?

Konuya ilk etapta yasal açıdan yaklaşalım. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamına gi-
ren eserlerin sahipleri ve kanuni mirasçıları, eserler üzerinde mutlak söz hakkına sahip oluyor. Kanunen ‘ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanat veya sinema eserleri sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulü’, eser olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla bir ressamın ölümü ardından, üretimleri ve fikri mülkiyeti bu bağlamda yasal mirasçılarına devrediliyor.

Peki, yasal mirasçıların kararları bir sanat çının fikri mülkiyetini zenginleştirebilir veya tehlikeye sokabilir mi?

Geçtiğimiz yıl mart ayında Vanity Fair dergisi, Picasso’nun milyar dolarlık miras çekişmesi için bir bölüm ayırdı. Bir vasiyeti olmayan Picasso’nun tahmini olarak 45 bin adet eseri yasal mirasçılarına (7 kişi) kaldı. Yazar Deborah Trustman’ın deyimiyle, “Picasso’nun kübik konstrüksiyonlarına benzeyen ailesinin” mirasının paylaşılması altı yıldan fazla sürmüştü. Nihayetinde 1996 yılında Fransız mahkemesi tarafından Picasso varlıklarının yasal yöneticisi atanan Claude Picasso, Picasso Administrations’ı kurarak sanatçının maddi ve fikri mülkiyetini yönetmeye başladı. Bu kuruluş bir yandan Picasso’nun reprodüksiyon haklarını, sergi kararlarını ve telif haklarını yönetirken öte yandan geri kalan varislerin eşit gelir elde etmelerini garantiledi.

Miras sorununa bir çözüm: Vakıf kurmak

Batı ülkeleri sanatçı mirası konusunda fazlaca hassasiyet gösteriyor; sanatçılar ise sergi ve reprodüksiyon kararlarının, telif haklarının yönetimi için daha hayattayken vakıf kuruyor. Aslında bu durum sanatçının vefatı üzerine eserlerinin akıbetinin belirlenmesi için önemli.

Batılı ülkelerde bu tür sanatçı vakıflarına birçok örnek verilebilir. Rene Magritte, Francis Bacon, Picasso gibi dünyaca ünlü sanatçının vakfı bulunuyor. Rene Magritte’in 1967 yılındaki vefatının ardından eşi Georgette yasal mirasçısı olarak sanatçının eserlerine ve fikri mülkiyetine sahip oldu. Georgette, eşinin vefatı üzerine arkadaşı Charly Herscovici’nin yardımıyla Magritte’in tüm eser ve telif haklarının yönetimini üstlendi. Georgette’in ölümünün ardındansa vasiyeti doğrultusunda mirasçısı olan Herscovici, Magritte Vakfı’nın temellerini attı. Vakfın direktörü Herscovici, Magritte tabloları ve tablolarla ilgilenen müze ve kurumlar arasındaki ticari bağ haline geldi.

Batı örneklerine paralel olarak 20. yüzyıl Türk ressamlarına bakıldığında, sanatçı vakıfları yok denecek kadar az. Galerici ve koleksiyoner Yahşi Baraz, “Ben bu durumu sanatçılarla birebir yaşadım. Bizim sanatçılarımız öldükten sonra ne olacaklarını hiç hesaba katmadılar. Günlerini kurtarmak için yaşadılar” diyerek, aslında Türkiye’de sanat ve fikir yönetiminin Batı’ya kıyasla ne kadar ilkel bir seviyede olduğunun altını çiziyor. Öte yandan Nuri İyem’in gelini, aynı zamanda Evin Sanat Galerisi kurucusu Evin İyem ise “Bizde önemli sanatçıların kendi adlarına vakıf kurması zor. Çünkü vakıf için ciddi bir kaynak bulması ve bu kaynağın, vakfın sağlıklı çalışabilmesi için sürekli beslenmesi gerekiyor. Türkiye’de zaten sanatçılar var olma savaşı verirken sanatçıların veya mirasçılarının vakıf, müze gibi girişimlerde bulunmaları hayallerimizde kalıyor” diyerek sanatçı ailelerinin vakıf kurma yolundaki engellerinden söz ediyor.

Peki vakıf kurmak bu bağlamda neleri önlüyor? Yahşi Baraz’a göre, “Vakıf, sahte resimlerin ortaya çıkmasını önlüyor, alım satım problemlerini azaltıyor ve telif haklarına sahip çıkıyor. Türkiye’de ise sanatçı öldükten sonra darmadağın olunuyor. Ortada ne aile, ne vakıf ne de bir müze bulunuyor”. Bu duruma Fikret Otyam ve Ömer Uluç örneklerini vermek mümkün. Otyam ve Uluç’un vefatının ardından kamuya miras uyuşmazlıkları yansıdı. Sanatçıların yasal varisleri arasındaki tartışmalar, tarafların birbirinden habersiz aldığı kararlar, adeta sanatçıların ve eserlerinin önüne geçti.

Öte yandan miras yönetimi konusunda, çağdaşlarına göre mirası nispeten profesyonel yöntemlerle yürütülen örnekler de mevcut. 20. yüzyıl Türkiye resminin değerli ismi Nuri İyem için Baraz, “Onun da vakfı yok ama ailesi vefatının ardından sergiler ve Nuri İyem adına yarışmalar düzenledi. Bu aslında sanatçının değeri için muazzam bir şey” diyor. Evin İyem ise ‘Nuri İyem ve sevgili eşi Nasip İyem’in hayatta iken çocuklarına ve hatta torunlarına sevdikleri eserleri hediye etme konusunda son derece bonkör davrandıklarını, bu nedenle aile içi bir sorun yaşanmadığını belirtiyor. “Bizler de bu kıy-
metli birikimi bizden sonra çocuklarımıza ve torunlarımıza devretmeye hazırlanıyoruz” diyen Evin İyem, sanatçı mirasının geliştirilerek devredilmesi konusunun önemini vurguluyor. Özetle sanatçıların vefatının ardından yasal varisler, öncelikle kendi çıkarlarını bir kenara bırakarak sanatçının sanatsal mevcudiyetinin devamlılığına odaklanmalı. Sanatçının kümülatif maddi/fikri varlığını ileriye taşıyacak stratejiler belirlemeli.

Yaşarken garantiye almak: Arşivleme

Sanatçının vefatı üzerine eser satışlarının ve telif haklarının doğru yönetilebilmesi için vakıf kurmak önemli. Ancak öncesinde sanatçıya önemli bir görev düşüyor: Hayattayken eserlerini sistematik bir biçimde kayıt altına almak. Batılı ülkelerde bu belgeleme sistemi karşımıza ‘catalogue raisonné’ (bir nevi açıklamalı sanatçı kitabı) olarak çıkıyor.

Peki bu açıklamalı sanatçı kitapları neleri içeriyor? Literatürde ‘catalogue raisonné’ olarak anılan bu kitaplar sanatçıya ait eserler, eser adları, eserlerin boyutu, eser tarihleri, eserin hangi tarihte/şehirde/kime satıldığı ve sergi geçmişi gibi bilgileri barındırıyor. Bu belgeler aslında sanatçılar için bir tür özgeçmiş, otobiyografi, sistematik arşivleme niteliği taşıyor.

Sanatçıların ileride ortaya çıkabilecek muhtemel sahtekarlık, telif problemi, eser kaçakçılığı gibi sorunları önleyebilmeleri adına işlerinin güncel kayıtlarını tutması önemli. Sanatçının vefatı üzerine ise eserlerin alım-satım kayıtları vakıf/müze tarafından devam ettiriliyor. Örneğin Warhol Foundation online olarak Andy Warhol’un ‘catalogue raisonné’sine erişim imkanı sunuyor, aynı zamanda koleksiyonerlerin ellerinde bulundurdukları eserlerin durumu hakkında güncellemeler yapmalarını mümkün kılıyor.

Türkiye’de ise bu açıklamalı/kayıtlı belge oluşturma sistemi henüz oturmuş değil. Sanatçı aileleri/kurumlar, sanatçının vefatının ardından eserleri bir araya getirmek için çalışmalar yürütüyor. Örneğin 2001 yılında “Nuri İyem Resimleri Arşiv ve Belgeleme Projesi” için, Nuri İyem eseri sahiplerine gazete ilanı aracılığıyla çağrıda bulunuldu. Bu sayede sanatçıya ait 2 bin civarı eser dijital kayda alınıp, resmin özellikleri, sahipleri ile birlikte belgelendi ve sertifika verildi. “Bu yolla sahte resim sorununu çözdük. Ayrıca sertifika sistemiyle Nuri İyem’in kaybından sonra gerçekleştirdiğimiz ve gerçekleştireceğimiz projelerde resim sahibine ulaşma olanağı elde ettik” diyen Evin İyem, arşivlemenin önemini ve gerekliliğini vurguluyor.

Yahşi Baraz da konuyla ilgili olarak, “Sanat adamları mutlaka catalogue raisonné yapmalı. Türk sanatçılar bunu yapmadı. Bakınız Türk ressamların tablolarında tarih bile yoktur. Hangi eser kaç yılında yapıldı, ne zaman kime satıldı bilinmez. Bu bir muammadır” diye ekliyor. Sanatçıların eserlerini tamamladıktan sonra tarih atmaları, eserlerinin fotoğrafını çektirmeleri ve sonrasındaki satış kayıtlarını tutmaları olası birçok problemin önüne geçebilir. Örneğin döneminin en popüler sanatçısı Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ardından çok büyük dalgalanmalar yaşandı. Eyüboğlu’nun resimlerinin orijinalliği sorgulandı. THE PILL Eş Direktörü Mehmet Kıvanç Gökmen de, “Sanatçının vefatından önce belki üzerinde düşünmek gereken konu, envanter meselesi. Bağımsız veya kendisini temsil eden bir kişi veya kurumla çalışması fark etmeksizin sanatçının kendi envanterini sıkı sıkıya tutması gerekir. Envanteri ciddiyetle arşivlenmiş bir sanatçının ardından ‘imza’ veya ‘orijinal, imitasyon’ tartışmaları da o derece az olur” diyerek, arşivlemenin sanat ürünü yönetiminde bir nevi güvenlik sistemi olduğunu belirtiyor.

2013 yılında Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde yapılan sayım sonucunda, 302 parça eserden 256’sının kayıp, 46 tanesinin ise sahte olduğu anlaşıldı. Yapılan araştırmalar sonucunda ise kamuoyuna müzede bulunan Fikret Mualla, İbrahim Çallı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Şevket Dağ, Feyhaman Duran, Mustafa Ayaz’ın da aralarında bulunduğu sanatçılara ait yüzlerce eserinin ‘kayıp’, ‘sahte’ ya da ‘ağır kuşkulu’ olduğu bilgisi yansıdı.

Aslında bir ulusa ait dünyaca ünlü ressamların tablolarının yer aldığı devlet müzesinde bu tür bir olayın vuku bulması, ülkenin sanat yönetimi ve arşivi konusundaki eksikliğini de belgeliyor. Beyaz Müzayede’den Eser Öztunalı “Esasen sanatçılar ve ailelerden ziyade devlet kurumlarının ve belediyelerin de vakıfların/müzelerin kuruluşuna destek vermesi gerekiyor” diyor. Devlet nezdinde de gerekli kayıtların tutulması için bir kont-
rol mekanizması yer almıyor; sanatçıların da belgeleme alışkanlıklarının olmaması durumu zorlaştırıyor.

Bir nevi bolluk paradoksu: Sanatçı mirası

Bolluk paradoksu kavramı aslında, tarım ürünlerinin arzının azaldığı dönemde fiyatlarının artması durumunu ifade etmek için kullanılır. Ancak bu iktisadi tanımı sanatçı mirası çerçevesine uyarlamak mümkün.

Bir sanatçı vefatının ardından geride birçok eser bırakır, ancak yeni eser üretemez. Dolayısıyla iktisadi terminolojiyle ifade etmek gerekirse sanatçı işlerinin ‘arzı’ durur. İlk etapta, artık yeni eser üretemeyecek sanatçının mevcut işlerinin değer kazanmaya başlayacağı düşünülebilir. Ancak eğer yasal mirasçılar/vakıf geride kalan mirası yönetemezse, eserlerin değerinde dramatik artışlar görülmesi zordur. İstanbul Bienali Sergi Koordinatörü Elif Kamışlı konuyla alakalı olarak şunları söylüyor: “Miras yönetimi, sınırlı sayıda eser üzerine verilecek kararların, bir sanatçının gelecek nesillerle ilişkisini belirlemesi açısından büyük önem taşıyor. Bunun farkındalığı içinde, mevcut eser listesi üzerinden bir sergileme ve satış politikası güdülmesi gerekiyor.”

Batılı ülkelerde yasal mirasçılar, eser satışlarının yanı sıra telif hakları ve reprodüksiyon hakları aracılığıyla da gelir elde edebiliyor. Ancak Türkiye’de bu durum henüz bu olgunluğa erişmiş değil. Evin İyem’in ifadesiyle: “Telif hakları maalesef Türkiye’de olması gerektiği gibi değil. Örneğin müzayedelerde el değiştiren resimlerin sanatçılarına, varislerine belirli bir telif hakkı ödenmesi yasaya göre şart ama hangi eserin hangi tarihte kime, kaça satıldığının faturasını bulup da gösteremeyeceğimiz için bu yasa yürümüyor. Türkiye’de bu telif hakkı konusuna uyan ve uygulayan da Maçka Mezat’tır.”

Dolayısıyla arzı azalan eserlerden maksimum fayda elde edebilmek için eserlerin kendisi ve yan haklarıyla ilgili sağlam adımlar atmak gerekiyor. Elif Kamışlı, “Sanat piyasasının oldukça şiddetli olduğu bir dönemde eserlerin doğru koleksiyonlara yerleştirilmesinin, sonsuzluğa uzanacak bir zaman diliminde izleyicilerle buluşması ve bu anlamda yaşamaya devam etmesi açısından değerli olduğunu düşünüyorum” diye ekliyor.

Stratejik anlamda, yasal mirasçıların doğru galeri/kurumlarla çalışmalarının yanı sıra telif/reprodüksiyon haklarını da marjinal fayda gözeterek dağıtması önemli. Aşırı miktarda reprodüksiyon, eserin değerine negatif etki edebiliyor. Örneğin Picasso Administrations’ın Citroën ile yapılan telif anlaşması çok tartışılmış, hatta sanatçı mirasına ihanet olarak görülmüştü. “Ressamın yetişmesi kadar resmi taşıyacak kimselerin de yetişmesi lazım” diyen Yahşi Baraz, sanatçı mirası meselesinin bir iş kolu olarak gelişiminin sanatçıya da değer katacağını anlatıyor.

Türkiye sanatçı mirası konusunda henüz yolun çok başında. Yeni dönem sanatçıların, ileride kendilerini garantiye almak için mutlaka vasiyet hazırlamaları, işlerinin ne şekilde sergilenmesini istediklerini ve miraslarını bırakacakları kişileri profesyonel bir perspektifle belirlemeleri gerekiyor. Sanatçı mirası hukuken aileye devrolsa da, konu bir aile mirasının ötesinde nesillerce devam ettirilecek kamusal değerler olarak ele alınmalı.