kültür.limited 2023 yılı sonunda 8 yıllık yayın hayatını sonlandırmıştır. Site, bir arşiv işlevi görmesi için açık bırakılmıştır.

Kültür sektörünün yeni temel taşı: Tasarım

12 Haziran 2018

*Bu yazı Istanbul Art News Haziran, 2018 Sayı: 53 Piyasa eki için yazılmıştır.

Kültür sektörünün tasarım ile olan ilişkisi çoğunlukla iki temel eksende ilerliyor. Tasarım; kültür-sanat alanında ya sunulan/sergilenen bir meta olarak kendine yer buluyor ya da bir şeylerin sunulması için yapılan hazırlık sürecinde karşımıza çıkıyor. Bunlardan ilki için verebileceğimiz örnekler tasarım müzeleri, tasarım bienalleri ve diğer tasarım etkinlikleri. İkinci nokta ise daha çok grafik tasarım, sergi tasarımı, etkinlik tasarımı gibi adlandırdığımız alanlarda boy gösteriyor. Ancak bir süredir, özellikle yurt dışında tasarım, diğer sektörlerde olduğu gibi kültür sektöründe de bir problem çözme aracı olarak kendine karşılık buluyor ve yedek kulübesinden çıkıp başrole yükseliyor.

İş dünyası, 21. yüzyıldan itibaren tasarımın sadece bir şeylerin dış kabuğunun görüntüsünü değiştirme olmadığının farkına vardı. Kurum kültürünün dönüştürülmesinden müşteriler için yeni ürün ve hizmetlerin yaratılmasına, ziyaretçi ve satış deneyiminin iyileştirilmesinden içinde bulunduğumuz yüzyılın ihtiyaçlarının karşılanmasına kadar birçok konu günümüzde tasarım odaklı yenilikçi yaklaşımlarla çözülüyor. İş dünyasının, nispeten erken diyebileceğimiz bir dönemde bunun farkına varması, beraberinde birçok önemli gelişmeyi getirdi. Kültür sektöründe ise durum biraz daha geriden gelse de güzel gelişmeler yok değil.

Kurumların içine sızan tasarım

Geçtiğimiz 10 yılda kültür sektörünün tasarımla olan ilişkisi, tasarımın nokta atışı destek olan, gerektiğinde sahneye çıkan bir yan rolden, başından itibaren tüm sürecin ve kararların bir parçası olan, girdileriyle onu etkileyen, hatta bazen son çıktıdan çok sürecin önemini kavratan bir role büründü. Bütün bunların sonucu olarak, kültür kurumlarının bir kısmı, tasarımı hizmet aldıkları bir iş kalemi olmaktan çıkarıp, bünyelerinde kurdukları stüd- yolarla iş süreçlerinin bir parçası haline getiriyor.

MoMA’nın bünyesinde barındırdığı tasarım stüdyosu MoMA Design Studio, yıl boyunca 50’den fazla sergi ve programın tasarım süreçlerinde aktif rol oynuyor. Aylar süren çalışmalar ise sadece müze ziyaretçileri tarafından sergi sürecinde görülüyor, bazen de gözden kaçıyor. Bunu fark eden müze, 2011 yılında tasarım stüdyosuna açtığı portfolyo nitelikli internet sitesiyle tasarımların tüm dünyada görüntülenmesine ve paylaşılmasına olanak sağladı. Müze, bu portfolyoyu dünyanın her yerindeki tasarım öğrencilerinin ve müze profesyonellerinin yararlanabileceği bir kaynak olarak gördüklerini ifade ediyor. Bu portfolyo, kültür ile tasarım arasındaki ilişkinin ve iletişim tasarımı alanındaki gelişmelerin birebir yansıması.

Akbank Sanat’ta 18 Nisan’da açılan ve geçtiğimiz ay sona eren “Bülent Erkmen-REMIX” sergisi, bize bu noktada başka bir bakış açısı sağlıyor. Uzun yıllar Türkiye’de kültür sektöründe iletişim tasarımı alanında bir duayen ola- rak görülen Erkmen’in bu retrospektif sergisi, Türkiye’deki birçok kültür kurumu ve etkinliğinin tarihçesindeki tasarımın yerini bize açık bir şekilde sunuyor. “REMIX”, iletişim tasarımı alanında ne kadar yoğun ve güzel bir içerik sunsa da, sergi tasarımı olarak ne yazık ki sınıfta kaldı. Ancak bu noktada “REMIX”in bize hatırlattığı şey, bir konser afişi, bir kitap kapağı veya bir sergi kataloğunun tasarımının, kültür-sanat aktörleri ve izleyici arasında kurduğu ilişki ve oluşturduğu bağın önemi. Ancak Türkiye’deki birçok kültür kurumuyla çalışan Bülent Erkmen ve stüdyosu BEK’in verdiği rahatlık ve onlarla çalışmanın getirdiği alışkanlığın, bu kültür kurumlarına tasarımı içselleştirmeleri ve tasarım yoluyla gelişmeleri konusunda bir engel de oluşturduğunu söylemek mümkün.

Bu noktada anmamız gereken bir diğer örnek de, iletişim ve tasarımı bir bütün olarak ele alan SALT. 2016’nın Ekim ayında kültür.limited’de yayımlanan “SALT’ın Göz Ardı Etmediği Konu: İletişim” başlıklı makalemde, kurumun bir bütün olarak ele aldığı iletişim kavramından ve burada tasarımın farklı alanlarının rolünden bahsetmiştim. SALT tarafından düzenlenen sergi ve programlar, hazırlanan yayınlar ve sosyal medyada paylaşılan içerikler bir tasarımcı şapkasıyla bir araya getiriliyor. SALT; bize, içerik ve tasarımın birbirini beslediği, tasarımın içerikten rol çalmadığı bir alan sunuyor. Geçtiğimiz nisan ayında kapılarını tekrar açan SALT Beyoğlu da tam da bu noktada bir tasarımcı şapkasıyla tekrar ele alınmış. SALT Beyoğlu’nun giriş katında bizi karşılayan etkinlik takviminin tasarımı SALT’ın internet sitesindeki takvim formatının fiziksel mekandaki bir yansıması niteliğindeyken, daha önce binanın 4. katında yer alan Robinson Crusoe’un kullanıcılarını odağa alarak 1. kata taşınması da kurumun en önemli bileşenlerinin ziyaretçileri olduğunun bir kanıtı.

İnsanı odağına almak

Kullanıcıların odağa alınarak değiştirilen ürün ve hizmetler, yapılan tasarımlar, bizi bu noktada ‘tasarım odaklı düşünme’ metodolojisine çıkarıyor. Geçmişi 1950 ve ‘60’lara dayanan bir düşünce biçimi olan tasarım odaklı düşünme, özellikle içinde bulunduğumuz yüzyılın karmaşık problemlerini çözmek için yenilikçi bir yaklaşım sunuyor. Günümüzde ise tasarım odaklı düşünmenin ‘insan odaklı tasarım’ anlayışına evrilmesiyle, yaşadığımız problemlerin göbeğindeki ‘insan’ faktörü ve o faktörün binbir değişkenle geçirdiği dönüşüm, kültür sektörü profesyonellerini de kendilerini, stratejilerini ve yaklaşımlarını gözden geçirmeye itti. Bunun sonucu olarak da dünyanın birçok farklı noktasındaki müze, kültür kurumu ve girişimi, hizmet ettikleri insan faktörünü odaklarına alarak yeni yaklaşımlar benimsedi.

New York’un merkezindeki Metropolitan Art Museum’dan (MET), Vancouver Island’daki küçük bir yerel müzeye, Londra’daki V&A Museum’dan Amsterdam’daki Rijksmuseum’a birçok müze, tasarım odaklı düşünme yöntemiyle ziyaretçi deneyimi, sergi tasarımı, rezidans programları gibi birçok farklı konuyu dönüştürmeye çalışıyor. Yenilikçi yaklaşımlarıyla öne çıkan San Francisco Museum of Modern Art (SFMOMA) ve tasarım odaklı düşünme yaklaşımının doğduğu yer olan Stanford d.school’un ortak girişimiyle hayata geçirilen “Design Thinking for Museums” adlı internet sitesi bu alanda geliştirilen tüm örnek projeleri, oluşturulan kaynakları ve yazılan makaleleri bir araya getiriyor.

1997 yılında ABD’de başlayan konferans serisi Museums and the Web’in 2013 yılında ABD’nin Portland, Oregon şehrinde gerçekleşen edisyonunda SFMOMA ve d.school tarafından sunu- lan “Design Thinking for Visitor Engagement: Tackling One Museum’s Big Challenge through Human-centered Design” (“Ziyaretçi Etkileişimi için Tasarım Odaklı Düşünme: Bir Müzenin Büyük Bir Zorluğunu İnsan Odaklı Tasarım İle Çözme”) başlıklı makale, kültür sektöründe insan odaklı tasarımın kullanımının yaygınlaşması açısından önemli bir eşik oldu. 2012 yılının güz döneminde d.school’daki çokdisiplinli bir öğrenci grubundan, SFMOMA’nın bir tasarım problemini ele alarak, tasarım odaklı düşünme yöntemiyle ona inovatif ve farklı çözümler getirmeleri istendi. İşte bu süreç, SFMOMA ve d.school’un 2013 yılında Museums and the Web konferansında sundukları makaleye dönüştü. SFMOMA’nın bu süreç için ele aldığı zorluk ise şu anda Türkiye’nin ilk özel modern ve çağdaş sanat müzesi İstanbul Modern’in de birebir yaşadığı bir zorluk. 2013 yılının haziran ayında 3 yıllık geçici bir süreyle kapanmayı planlayan SFMOMA, geçici bir mekana taşınmama kararı almış, onun yerine üç yıl boyunca katılımcı ve gezici sergiler, alana özgü yerleştirmeler ve mahalle festivalleriyle izleyici geliştirme politikası izlemeye karar vermişti. Müze; bütün bu süreci d.school’daki disiplinlerarası öğrenciler ve tasarım odaklı düşünme yöntemiyle tasarladı. Bu sürecin arkasındaki kararların nedenlerini ise müzelerin doğalarının ve fonksiyonlarının, geçtiğimiz 30 yılda geçirdiği radikal değişim [Ballantyne & Uzzell, 2011], ziyaretçilerin pasif bir izleyici konumundan aktif birer katılımcıya evrilmesi [McLean, 1999] ve informel kitle eğitiminin ‘deneyim ekonomisi’ içindeki yükselişine [Pine & Gilmore, 1999; Ballantyne & Uzzell, 2011] bağlıyordu. SFMOMA ve d.school tarafından yürütülen bu süreç, bir tasarım kampıyla başladı. Saha araştırmaları, kullanıcı görüşmeleri, empati haritaları, prototipler ve testler… Tüm bunlar, tasarım odaklı düşünme yöntemiyle SFMOMA’nın dönüşümünde anahtar rol oynayan unsurlar oldu.

Günümüze geldiğimizde, Türkiye’nin ilk modern ve çağdaş sanat müzesi olarak konumlanan İstanbul Modern’in, yıllar sonra SFMOMA ile aynı kaderi paylaştığını ve üç yıl boyunca yeni binasını bekleyeceğini görüyoruz. Ancak İstanbul Modern, SFMOMA’nın aksine, bu süreyi bir ‘geçici mekan’da geçirmeyi tercih etti. İstanbul Modern’in önümüzdeki üç yılda, halihazırdaki politikaları, uygulamaları ve anlayışı ile nasıl evrileceğini hep birlikte göreceğiz. Ancak İstanbul Modern’in bu süreyi tüm kullanıcılarını, bileşenlerini, paydaşlarını ve potansiyel ziyaretçilerini gözeterek hesapladığını ve tasarladığını söylemek zor. Zira İstanbul Modern’in binasının yıkılması, geçici mekan açıklaması, geçici mekanının da yıkılması, yeni geçici mekan arayışı, müze projesinin ertelenmesi derken, sürecin katılımcılıktan ve odağına alması gereken insan faktörünün en temel ihtiyaçlarını gözetmekten uzak ilerlediğini söylemek mümkün. Fakat belki de, İstanbul Modern’in yeni müze binası tasarlanırken tüm kullanıcıların ve paydaşların ihtiyaçlarını karşılamak için tasarım odaklı düşünme yöntemine başvurulabilir, katılımcı bir süreç tasarlanarak tüm aktörlerin fikirleri alınabilir, ihtiyaçları karşılanabilir. Tasarım odaklı düşünme metodu, fiziksel olduğu kadar dijital alanlarda geliştirilecek yeni yaklaşımlar, uygulamalar ve projeler için de büyük bir önem taşıyor. 2012 yılında Barcelona’da düzenlenen MuseumNext konferansında, Walker Art Center’dan Robin Dowden and Nate Solas’ın “Rethinking the Museum Website” başlıklı sunumu ve 2015 yılında Chicago’da düzenlenen Museums and the Web konferansında MET ekibinden Liz Filardi ve Karen Plemons tarafından gerçekleştirilen “An Introduction to Agile User Research & Testing” (“Atik Kullanıcı Araştırması ve Testine Giriş”) başlıklı atölye, bu yaklaşımın internet siteleri ve mobil uygulamalarda nasıl kullanıldığı üzerine önemli içgörüler sunuyor. Walker Art Center’ın iki yıldan fazla bir süre üzerinde çalışılan yeni internet sitesi, kullanıcı deneyimini odağına alarak, günümüz kullanıcılarının ihtiyaçlarını fiziksel bir mekan olmanın gereklilikleriyle bir araya getiriyor. Walker Art Center’ın iki yıla yayılan yeniden tasarım sürecinde en öne çıkan yaklaşım ise katılımcı süreç tasarımı. İnternet sitesinin yeniden tasarım sürecini yöneten ekip, tüm bu zamanı kültür kurumunun tüm ekibi, artistik direktörleri, ziyaretçileri, sanatçılar ve medya ile birlikte yürüterek geçirdi. Öte yandan, MET ekibinden Liz Filardi ve Karen Plemons tarafından yapılan araştırma ve sonrasında Museums and the Web konferansında gerçekleştirilen atölye, bir müzenin mobil uygulamasının kimlerin hangi ihtiyaçlarını karşılaması gerektiği yönünde detaylı bir çalışma sunuyor. Süreç boyunca uygulanan kart sıralama, kullanıcı testleri, anket ve mülakatlar ve tabii ki gözlemler; MET’in bir mobil uygulama kullanıcısının o uygulamadan neler beklediğini anlamasında ve sonrasında mobil uygulamanın yeniden tasarımında oldukça etkili olmuş.

Tüm bu örnek vakalar, kullanılan yöntemler ve sunulan projeler, ister istemez bizi Türkiye’deki örneklere göz atmaya itiyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın geçtiğimiz aylarda sekiz yıl sonra yayına aldığı yeni internet sitesi, ne yazık ki uzun bir bekleyişin sonunda gelen büyük bir hayal kırıklığı oldu. İKSV’nin yeni internet sitesi, farklı disiplinlerde seyreden festival ve etkinliklerin ihtiyaçlarına göre şekillenmeyen, farklı tipteki kullanıcıların ihtiyaçlarına göre dönüşmeyen, günümüz teknolojisi ve olanaklarını yeterince kullanmayan, kullanıcı deneyimi açısından oldukça sorunlu yaklaşımlar barındıran bir arayüzle açıldı. Bunun arkasındaki neden ve nasılları düşünmemiz ve konuşmamız gerekir. Ülkenin en köklü kültür kurumunun 21. yüzyıl teknolojilerine ve ihtiyaçlarına cevap vermeyen bir ürünü ortaya çıkarmasının ardındaki en büyük neden, bunun bir ‘ürün’ olarak düşünülerek bir servis tasarımı gözüyle ele alınmaması olabilir. Kurumlar tarafından geliştirilen ürün ve servislerin her zaman iki yönü olmalıdır. Hem ihtiyaçları karşılayacak rasyonel, pratik ve somut bir fayda sağlayacak şekilde tasarlanmalı, hem de ondan fayda sağlayacak kullanıcının insan olduğu faktörü göz önünde bulundurularak duygusal, duyusal ve soyut bir yöne sahip olmalıdır. Bu noktada da temelde baz alınması gereken en önemli konu, insanların ihtiyaçlarını en kısa yol- dan ve en basit şekilde karşılamaktır. Günümüzdeki servis tasarımı yaklaşımı da, az önce bahsettiğimiz tasarım odaklı düşünme metodolojisini kullanarak tasarlanan süreçlerden geçerek oluşturuluyor. Kullanıcı yolculukları, duygu haritaları, personalar, paydaş haritaları, kullanıcı senaryoları, sistem haritaları ve servis taslakları, tüm bu süreçte kullanılan araçlardan yalnızca bir kısmı. İşte tüm bu süreçleri düşünüp de, ve İKSV’nin yeni internet sitesini açtığımızda ortaya sistemik olmaktan uzak, tam olarak tasarlanmamış ve bağlı olduğu hizmetlerle konuşmayan bir ‘ürün’ çıkıyor.

21. yüzyıla ayak uyduran kültür kurumları

Kültür kurumları, günümüzde yalnızca farklı sanat disiplinlerini izleyicilerle buluşturan yapılar olmanın ötesinde, sundukları ürün ve hizmetlerle farklılaşan, içinde bulunduğumuz yüzyılın ihtiyaçlarına karşılık vermek için sürekli gelişen, yenilenen ve kendini geliştiren yapılar olmak zorunda. Bu noktada da ortaya kültür kurumlarında yeni departmanlar, insan kaynağı ihtiyaçları, bütçe kalemleri ve sahip olunması gereken yetkinlikler çıkıyor.

Bundan 10 yıl önce sosyal medyanın bir trend haline gelmesiyle kültür kurumlarının sosyal medya hesaplarını yönetecek kişileri işe almaları, dijital medya ajanslarıyla çalışmaya başlamaları ve mobil uygulamalar, kampanyalar geliştirmeleri gerekti. Bu noktada kurumların hayatına dijital dünyayı tanıyan, onun içine doğmuş yeni bir nesil girdi. Ancak bunun yanında Türkiye’deki birçok kültür kurumu halen 21. yüzyıl yetkinliklerinden ve günümüzün sorunlarına ihtiyaç veren insan kaynakları stratejisinden uzakta. Bu noktada da karşımıza yine tasarım çıkıyor. Kültür kurumlarında çalışan kişilerin artık yaptıkları işe, geliştirdikleri projelere ve ortaya çıkardıkları programlara bir tasarımcı gibi yaklaşmaları gerekiyor. ABD ve Avrupa’daki birçok müze ve kültür kurumunun yeni organizasyon yapılarında öne çıkan iki tane kelime var: içerik ve tasarım. Birçok müze, hem fiziksel mekanlarındaki ziyaretçi deneyimini hem de internet sitesi, mobil uygulama ve sosyal medya gibi dijital platformlarındaki kullanıcı deneyimini, tasarımcıların ellerine bırakıyor. Birçok kültür kurumu ise düzenlediği sergi, gösteri, konser, festival gibi etkinlikleri birer ‘içerik’ olarak konumlandırıyor. Bunları yayınları ve dijital dünyada ürettiği içeriklerle birlikte bir çatı stratejiyle hayata geçiriyor. Bir müzenin içinde mağazanın nereye konumlanacağı, bir internet sitesinde müzenin açık olduğu gün ve saatlerin bilgisinin nerede konumlanacağı ve hatta o an açık olan sergiyle ilgili başka hangi bilgilerin yer alacağı, kullanıcıyı ve ihtiyaçlarını anlamayı, ona uygun çözümler geliştirmeyi gerektiriyor. Bu noktada da devreye servis tasarımcıları, ürün yöneticileri, kullanıcı deneyimi araştırmacıları ve içerik üreticileri giriyor. Günümüzde, bir müzenin sadece küratörler, konservasyon uzmanları ve arşiv sorumlularıyla sergiler düzenleyerek hayatına devam etmesi imkansız. Ya da bir kültür kurumunun düzenlediği etkinliklere artık sadece medya, pazarlama, satış, sponsorluk faaliyetleriyle hazırlanması beklenemez. Kültür kurumlarının faaliyetlerinin sürdürülebilirliği için yeni ürün ve hizmetler geliştirmeleri gerekiyor. Bunlar için de yeni yetkinliklere ihtiyaç var. İşte tam bu noktada, Türkiye’den önemli bir vaka karşımıza çıkıyor. Mart 2017’de Istanbul Art News piyasa eki- ne yazdığım “Kültür-Sanatta Katılımcı Yaklaşımlar: Herkes İçin Kültür” başlıklı yazımda, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Şubat 2017’de yayınlanan “Kültür-Sanatta Katılımcı Yaklaşımlar” başlıklı rapordaki katılımcı yaklaşım ifadesini her yönüyle ele almaya çalışmış ve bu yaklaşımın sürdürülebilir olmasının, başka disiplinler ve aktörlerle desteklenmesinin önemini belirtmiştim. Yazının sonunda ise rapordan yola çıkarak bir panel ve atölye çalışması yapılması gerektiğini ifade etmiştim. Bu çağrıma cevap gecikmedi. Raporu yazan üniversiteden hocam Dr. Ayça İnce ve eski çalışma arkadaşım, İKSV Kültür Politikaları Di- rektörü Özlem Ece ile bir araya geldik ve çok kısa bir sürede kültür sektöründen ve sivil toplum alanından 30’dan fazla kişinin katıldığı ve “Kültür-Sanatta Katılımcı Yaklaşımları Birlikte Tasarlamak” başlıklı çalışmayı Mayıs 2017’de hayata geçirdik. İstanbul Kültür Sanat Vakfı ve ATÖLYE iş birliğiyle düzenlenen bu çalışma, katılımcıların parçası oldukları sorunlara sistematik olarak bakmalarına ve beraber yaratabilecekleri etkinin potansiyelini görmelerine yardımcı oldu. İKSV, bu yılın mayıs ayında ise bu iki günlük çalışmanın toplantı raporunu yayınladı. Raporun sonunda yer alan şu cümleler ise kültür sektöründe disiplinlerarası öğrenme, katılımcı süreç tasarımı, tasarım odaklı düşünme gibi konularda daha çok çalışmanın ortaya çıkacağına dair bir niyet olarak okunabilir: “Türkiye’de kültür-sanat alanındaki paydaşların benzer öğrenme ve paylaşım ortamlarında bir araya gelerek ortaklaşan sorunlara birlikte çözüm aramaya devam edeceklerine inanıyoruz.”

Bu noktada üzerinde durmamız gereken bir diğer konu da kültür kurumlarının ortaklaşan sorunlarından biri olan ‘katılımcılık’ kavramının, Horst Rittel’in ortaya attığı ‘çetrefilli sorun’lardan biri olarak ele alınabilmesi. Rittel’e göre ‘çelişen değerlere sahip pek çok paydaşın ve karar vericinin bulunduğu ve tüm sosyal sistemdeki bilgi akışının tamamen kafa karıştırıcı olduğu, doğru tanımlanamayan sosyal sistem problemleri kategorisi’ne giren çetrefilli sorunlar, tam da bu noktada tasarıma ihtiyaç duyuyor. Biz de bu teoriden yola çıkarak, kültür-sanatta katılımcılık yaklaşımının ancak ve ancak bu alandaki farklı paydaşların ve karar vericinin bir araya gelerek tasarlayacağı sistemlerle oluşacağına inandık ve bu çalışmayı hayata geçirdik. Bu çalışmada farklı kültür kurumlarından gelen kişilerin oluşturduğu projeler, önerdiği yeni ürün ve hizmetler, katılımcılık konusunun sistematik bir şekilde ele alındığında nasıl çözülebileceğini açık bir şekilde gösterdi.

Kültür sektöründeki her kurumun, her girişimin ve her bir paydaşın irili ufaklı birçok problemi var. Bilet satışı için oluşturulması gereken yeni bir platform, ziyaretçilerin daha çok ve daha rahat vakit geçirmesi için yeni bir müze binası, dijital kaynaklara erişimi kolaylaştıracak yeni bir ürün, insanların bir kültür-sanat etkinliğine katılmasının önündeki bariyerleri kaldıracak bir sistem… Tüm bunlar birer tasarım sorunu. Önemli olan bu problemlerin çözümü için doğru yaklaşımı geliştirmek, doğru kaynakları aloke etmek ve doğru modelleri bularak cevapları aramak.