kültür.limited 2023 yılı sonunda 8 yıllık yayın hayatını sonlandırmıştır. Site, bir arşiv işlevi görmesi için açık bırakılmıştır.

Avrupa-Anadolu yakası arasında kültürel yolculuk

11 Aralık 2017

*Bu yazı Istanbul Art News Kasım, 2017 Sayı: 46 Piyasa eki için yazılmıştır.

Anadolu yakası, 2010’ların ortasından itibaren İstanbul’un kültür-sanat üretiminde önemli bir rol oynamaya başladı. Ancak bu sefer girişimler, bağımsız inisiyatifler ve kolektifler sahnede: Moda Sahnesi, Kadıköy Tiyatroları Platformu, Köşe, Olcay Art, halka sanat projesi, Circuit, Bant Mag. ve niceleri Anadolu yakasının lokomotifleri.

İstanbul’un 18 milyonu aşkın nüfusunun üçte biri Anadolu yakasında yaşıyor. Ancak bu üçte bir, hayatının büyük bir kısmını ya arabada ya toplu taşımada türlü türlü vesilelerle Avrupa yakasına seyahat ederken harcıyor. Eğitim, iş, sağlık, alışveriş gibi faaliyetlerin ve temel ihtiyaçların birçoğunu Anadolu yakasında gerçekleştirmek mümkün. Fakat konu kültür-sanat olunca, kamu-yerel yönetim-özel sektör üçlüsü Anadolu yakasına el atmakta çekingen davranıyor. Nüfusun üçte birlik kesimine sahip Anadolu yakası, tüm bunlara rağmen kültür-sanat tüketiminde ortalamadan daha yüksek. Fakat bu alana yapılan yatırım ne yazık ki beklentileri karşılamıyor. Anadolu yakası, kültür sektörü için hep bir ‘üvey evlat’ veya ‘istenmeyen çocuk’. Kamunun iyice yok saydığı kültür- sanat alanını özellikle son yıllarda Anadolu yakasındaki belediyelerin sahiplenmesi ise bu noktada bir tesadüf değil. Özellikle Kadıköy, Kartal, Üsküdar ve Ataşehir gibi, belediyelerin daha faal olduğu Anadolu yakası ilçelerinde özel sektörün, inisiyatiflerin ve sivil toplum kuruluşlarının da kültür-sanat üretimini artıran, kültür-sanata yeni alanlar açan ve modeller getiren yapılar kurması da bunun bir sonucu.

Sahne sanatlarının parlayan yıldızı: Kadıköy

2013 yılında kapılarını açan Moda Sahnesi, Anadolu yakasının dönüşüm içinde olduğu son yıllarda kente taze bir soluk kazandırması açısından önemli. Moda Sahnesi kurucularından Kemal Aydoğan, İstanbul gibi bir metropolde kültür-sanatın, genel olarak Avrupa yakasındaki birkaç aksa endeksli durumda olmasının nedenlerini anlamak için tarihe başvurmamız gerektiğini söylüyor: “Avrupa yakası, özellikle de Beyoğlu 150- 200 yıldır sanatın ve de eğlencenin mekânı olagelmiş. Avrupa yakası bu konuda kent kurgusunda hep öncelik sahibi olmuş. Uzun yıllar boyunca edinilen bir kent kullanma alışkanlığı olsa gerek.” Aydoğan’ın altını çizdiği bu kent kullanma alışkanlığı, son yıllarda Avrupa yakasından Anadolu yakasına kaymakta olan bir kültür-sanat üretiminin de nedeni olarak gösterilebilir. Anadolu yakasında son yıllarda yoğun bir sahne sanatları hareketi var. 2007 yılında tekrar faaliyete geçen Süreyya Operası, özellikle AKM’nin kapatılmasını takiben opera, bale ve klasik müzik temsillerinin sadık izleyicisi Anadolu yakası halkını, bu sefer kendi evinde ağırlamaya başladı. 2000’li yılların ortasından beri artan özel tiyatrolar ve bağımsız sahne sanatları platformları da bunun bir sonucu.

2000’li yılların ortasından beri özellikle Anadolu yakasında artan özel tiyatrolar, geçtiğimiz yılın ocak ayında Kadıköy Tiyatroları Platformu altında birleşti. Sahneli ve sahnesiz tiyatroların sorunlarına birlikte çare bulmanın yanı sıra Kadıköy’de köklü bir kültür-sanat politikasının yaratılmasına da katkıda bulunabilmek amacıyla yola çıkan platform, Kadıköy’de yerleşik bir sahnesi olan ve sahnesi olmasa da oyunlarını ağırlıklı olarak burada seyircisiyle buluşturan 50’ye yakın tiyatro tarafından hayata geçirildi. Platform, Kadıköy Belediyesi’yle de “Benim Komşum Tiyatro”, “Tiyatro Şenliği” ve “Kadıköy Tiyatroları Haritası” gibi birçok proje yürütüyor. Kemal Aydoğan, Anadolu yakasında ve özellikle Kadıköy’de toplanan bu sahne sanatları ağını Beyoğlu çevresinde bir süredir sürdürülen ‘mutenalaştırma’ faaliyetinin sonucu olarak görüyor: “Beyoğlu’nda dönen dolap her ne ise Beyoğlu’nun kültür-sanat merkezi olması durumunu kesintiye uğrattı. Bunun geçici olduğunu, Beyoğlu’nun yeni sahiplerini bulmasından sonra orada canlılığın yeniden başlayacağını sanıyorum. Eskisine benzemeyeceği kesin. Sermaye ağırlıklı bir mekân olma ihtimali yüksek. Kadıköy’de sıfırdan başlayan bir süreç yok neyse ki. Burada zaten kültür-sanat hayatı kendi bildiğince yıllardır akardı. Hatta karşıya nazaran mesela tiyatro izleyicisi açısından nicel bir çokluktan bile bahsedilebilir. Yeni gelişmekte olan bu durumun hızla gelişmesi gibi hızla sönmesi de söz konusu olabilir. Nitelik açısından yüksek bir kültür-sanat ortamı oluşmasına katkısı olmasını umut edelim bu canlılığın.”

2014-2015 sezonunda Anadolu yakasında performans sanatları alanında farklı bir bakış kazandıran Köşe, Yeldeğirmeni Mahallesi’nin yükselmeye başladığı bir dönemde, deyim yerindeyse kültür-sanat alanında doğru bir köşeye oturmuştu. Köşe’yi yürüten ekip, 2015 yılına geldiğimizde A Corner in the World’e evrildi. 2015’te bağımsız bir performans sanatları festivali olarak hayata geçen ve hayatına sahne sanatları alanında bir platform olarak devam eden A Corner in the World, 2015 ve 2016 yıllarında düzenlediği festivallerde özellikle Anadolu yakasını ana mekânlarından biri olarak konumlandırdı. 2015 yılındaki festivalde yer alan 12 mekândan sadece biri Avrupa yakasındaydı. A Corner in the World’un Genel Sanat Yönetmeni Fatih Gençkal, Anadolu yakasının şehrin hafızasında yakın zamana kadar daha çok yerleşim alanı olarak kodlandığını söylüyor ve tam bu noktada Anadolu yakasındaki yükselişi daha çok bağımsız sanatçılara bağlıyor: “Son zamanlarda Anadolu yakasında Kadıköy merkezli müthiş bir hareketlilik olduğu aşikar. Daha çok bağımsız sanatçıların önayak olduğu çok önemli bir gelişme bu. Bence önümüzdeki dönemde kurumsal yatırım olarak da çok daha yoğun karşılık görmeye başlayacak. Kanımca buradaki bağımsız sanatçılar, kolektifler ve topluluklar kültür-sanat alanına yepyeni bir dinamizm ve heyecan getiriyorlar. Özellikle Yeldeğirmeni-Caferağa-Bahariye hattında yoğunlaşan performans mekanları ve topluluklar, belediyenin de görünürlüğe destek olan hamleleriyle sahne sanatları alanında itici bir güç halinde. Bu oluşumlar çoğunlukla bağımsız ve kâr amacından uzak, özgün üretimlerin yapılabildiği önemli alanlar ve kültür-sanat alanına yakın gelecekte yön verecek potansiyele sahip. Öte yandan bu oluşumları kırılganlaştıran en önemli sorunlardan biri tabii ki sürdürülebilirlik. Ancak ben, bu üretim ve dinamizm devam ettikçe yatırım anlamında da bunun karşılık bulacağını, sürdürülebilir olmanın belki de mevcut ezberlerin ötesinde yollarının ve modellerinin bulunacağını düşünüyorum. Kadıköy, özellikle kolektif üretim ve paylaşım modelleriyle de öne çıkan ve tüm şehrin kültür- sanat hayatı için ilham verici örneklerin de yoğun yaşandığı bir yer diye düşünüyorum. Kendi deneyimimden örneklemem gerekirse 2014-15 yılları arasında sürdürdüğümüz Yeldeğirmeni’ndeki performans mekânı Köşe, tam da Kadıköy’ün bu özellikleriyle can bulmuş ve kısa zamanda heyecan verici buluşmalara ve üretimlere ev sahipliği yapmıştı. Bu gibi deneyimlerin artarak yeni modeller ortaya çıkarabileceğini düşünüyorum.”

Görünenin ardı: Çağdaş sanat

Anadolu yakasında sahne sanatları alanındaki bu hareketlilik, ne yazık ki konu çağdaş sanat olunca kendisine aynı derecede karşılık bulmuyor. 2012 yılında Emine Merdim Yılmaz tarafından Arkitera’da kaleme alınan “Orada bir Kadıköy’ var uzakta” başlıklı makalede yer alan verilere göre, Avrupa yakasında 33 özel müze varken, bu sayı Anadolu yakasında 3. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü’ne bağlı müzelerin ve kültür merkezlerinin sayısı Avrupa yakasında 26, Anadolu yakasında ise sadece 7.

1985 yılında Kadıköy’de kurulan Mine Sanat Galerisi, Anadolu yakasında çağdaş sanat alanında faaliyet göstermeye başladığından beri semt değiştirse de Kadıköy’ü terk etmemişti. Galerinin kurulmasına fikirleriyle destek vermiş olan Adnan Çoker, Mustafa Ata, Zekai Ormancı, Serhat Kiraz, Yusuf Taktak ve Nur Koçak’ın çalışmaları aynı zamanda galeride düzenlenen ilk sergiyi oluşturdu. Galerinin kuruluşunda İstanbul’un Anadolu yakası tercih edilerek, söz konusu bölgenin çağdaş sanat galerisi eksikliğini doldurma görevi üstlenildi. Ancak galeri, tüm bu ideallere ve Anadolu yakasında tutunma çabalarına rağmen dayanamadı ve 2012 yılında çağdaş sanatın kalelerinden Nişantaşı’na taşındı.

2000’li yıllarda çağdaş sanatın yükselişiyle beraber, baba meslekleri antikanın yanında çağdaş sanatı da kanatları altına alan Olcay ve Olcay, 2002 yılında Horhor Antikacılar Çarşısı’ndan Caddebostan Cemil Topuzlu Caddesi’ne taşındı. Olcay ve Olcay, Mayıs 2004 itibariyle ise bünyesine bir sanat galerisi de katarak Olcay Art adıyla hizmet vermeye başladı. Olcay Art’ın kurucularından Ömer Olcay, Anadolu yakasındaki kültür-sanat hareketine geniş bir tarihsel çerçeveden ve perspektiften bakıyor: “İstanbul’da yaşam genelde iki yaka arasında mekik dokuyarak geçiyor. Şehir sakinleri Anadolu yakasını yatakhane, Avrupa yakasını ise yemekhane olarak benimsemiş gibi görünüyor. 1970’lerde Beyoğlu-Moda-Kadıköy civarında görülmeye başlanan sanat galerileri, zaman içinde eğlence, yeme-içme ve sanat için Avrupa yakasına geçmeyi kült haline getiren şehir elitlerinin tercihleriyle, Anadolu yakasını terk ettiler. Bunda müzeler, tiyatrolar, sinemalar, fuar alanları ve şık restoranların genelde Avrupa yakasında, Beyoğlu ve Şişli ilçelerinde bulunmasının etkisi bir hayli fazlaydı. Anadolu yakasında sanatla uğraşanlar için ‘akıntı kürek’ tabirinde özdeşleşen insanlar olsa da, 15 yıldan fazla bir süredir Olcay Art büyük bir şevkle bu yakada varlığını sürdürüyor. Bunda galerinin sanat geçmişi, çizgisi, galeri sanatçılarının kimlikleri önemli bir etken. Müzayede firmalarının tablo ve antika ilanlarını genelde Anadolu yakasında yoğunlaştırmaları, bu yakanın bir zamanlar ciddi bir koleksiyoner kitlesi barındırdığını ortaya koyuyor. Peki ne oldu da bu koleksiyonerlerin ikinci veya üçüncü nesilleri burada değil? İş merkezleri, yabancı kolejlerin çoğu, büyük şirketler hep Avrupa yakasında. Bazı ‘karşılılar’ için Anadolu yakasına geçmek, anne-baba ziyareti gibi bir zorunluluktan öte anlam taşımıyor. Kentsel dönüşümün hengamesi de bu yaraya tuz-biber ekmiş sanki. Belediyenin sanatı; sadece söyleşiler, marjinal veya adı sanı duyulmamış, genelde on yıllar öncenin çizgisini günümüzde icra etmeye çalışan kimselere açılan sergilerle tanımlaması da önemli bir eksik. Anadolu yakasının yaşlı nüfusunu tatmin etse de, sanat adına ortaya pek bir şey koyamayan bu aktiviteler, çağdaş sanatı algılamada öğretici olmaktan çok uzak. Yerel yönetimler dışında, sanata katkı anlamında hükümetlerin de bu yakayı uzun yıllar ihmal etmesi, birçoğu Anadolu yakalı olan sanatçıların Avrupa yakasına taşınmalarının ana nedeni gibi görünüyor.” Olcay, Anadolu yakasındaki kültür-sanat üretim ve tüketiminin geleceğiyle ilgili ise umut dolu ve pozitif bir tablo çiziyor: “Gelecekte bizi neler bekliyor; Yeldeğirmeni ve Moda’ya genç sanatçı ve sinemacıların geri dönmeye başlaması, kurulan yeni atölyeler, açılan yeni mekânlar, kafeler, özgün restoranlar, kentsel dönüşümle ortaya çıkan yeni cazibe merkezleri, beyaz yakalılar için yeni iş alanları, sanatla ilgili bakışı ve ‘karşı’ bağımlılığını azaltabilir, Anadolu yakası eski şaşaalı günlerine tekrar geri dönebilir.”

Alternatif modeller: Bağımsız inisiyatifler ve sürdürülebilirlik

Anadolu yakası, yerel yönetim ve özel sektörün yanında bağımsız inisiyatiflere, kolektiflere ve özgün platformlara da alan açıyor. Bunun en güzel örneklerinden biri ise Mayıs 2011’de kültür endüstrisinin çeşitli alanlarında aktif iki kadın olan İpek Çankaya ve Sezgi Abalı tarafından; araştırma, üretim, sergileme ve paylaşım odaklı, uluslararası bir merkez olarak hayata geçirilen ‘halka sanat projesi’. Halka sanat, Anadolu yakasının tüm imkânsızlıklarına rağmen kendi imkânlarıyla var olan bağımsız sanat platformlarından biri. Çağdaş sanat ve kültürün üretim, söylem ve sunumunda çalışan, kurumsal sponsorluğa dayanmadan kurulmuş olan ve sürdürülebilirliğini kendisi sağlayan bir sanat inisiyatifi. 2011 yılından beri düzenlediği sergiler, etkinlikler ve uluslararası sanatçı rezidans programıyla sektörde yeni bir alan açan halka sanat projesi’nin kurucularından İpek Çankaya, bugün her kişi ve oluşumun kendi bakış açısı ve niyetleri doğrultusunda var olduğunun altını çiziyor; bu noktada tek bir doğru olmadığı gibi, tek bir çağdaş sanat oluşumu biçimi de olmadığını söylüyor: “Anadolu yakasının bu anlamda İstanbul’un en güzel noktalarından biri olduğunu düşünüyorum ve buna ilişkin geri bildirimleri de özellikle 2011’den bu yana yürüttüğümüz uluslararası sanatçı rezidans programı sanatçılarından alıyorum. Hem düşünüp üretmeye, hem de sergilemeye çok uygun ve bu süreçlere olumlu katkı sağlayan bir atmosfer var burada. Bizim halka sanat projesi’ni başlatırken Kadıköy’ü seçmemiz de bir rastlantı değil. Hayat felsefem, insan yaşadığı yerde çalışmalı, enerjisini kendini yoran, dağıtan şeylere değil işe harcamalı ki iş, iş olmaktan çıkıp, yaşam biçimi olsun. Kültür alanında çalışmaktan daha keyifli bir yaşam biçimi düşünemiyorum. 20 milyonluk bir kentte inandığın, gerçek ve samimi bir iş yapıyorsan bu daha da yerine oturuyor. Strateji demek doğru mu bilmem ama halka sanat projesi’nin yaklaşımı bu üç kelimeyle özetlenebilir.” Kültür-sanatın kamu, yerel yönetim veya özel sektör destekli sürdürülebilirlik modellerinin günümüzde geçerliliğini yitirdiğini söyleyen Çankaya, kültür-sanat üretimi ve paylaşımının buradan gelecek yatırımlara güvenerek yola çıkmasının baştan kaybettirici bir yaklaşım olacağını söylüyor: “Kendi sürdürülebilirliğini yaratan stratejiler geliştirmek gerekli. Kendi nefesinin yetmediği yerde de kitle fonlamasından uluslararası işbirliklerine ve kültür fonlarına kadar birçok seçenek var. Kadıköy genelinde sanatçı atölyeleri, halka sanat projesi dışında da sanat mekânları, tasarım atölye ve dükkanlarıyla uluslararası sanatçı rezidans programlarını farklı biçimlerde gerçekleştiren oluşumlar oldukça aktif.”

Geçtiğimiz aylarda 15. İstanbul Bienali’ne paralel olarak halka sanat projesi’nde “Komşuda Pişer, Bize de Düşer” başlıklı serginin küratörlüğünü üstlenen Işıl Eğrikavuk ise tüm bu duruma başka bir açıdan yaklaşıyor: “Uzun yıllar İstanbul’da yaşamış bir sanatçı olarak ben de kültür-sanat aktivitelerini Taksim-Beyoğlu civarına sıkışmış görüyordum. Son olarak küratörlüğünü yaptığım ‘Komşuda Pişer, Bize de Düşer’ sergisi için neredeyse her gün Kadıköy’e gidip geldiğimdeyse ne kadar şehrin belli bölgeleriyle kısıtlanmış olduğumuzu daha iyi anladım. Elbette keşke Taksim bu şekilde dönüşüm politikalarına hapsolup Dubaileştirilmeseydi, elbette Beyoğlu ve İstiklal kanalizasyon çukuruna dönmeseydi de biz kültür-sanatı sınırlarından çıkarıp yayabilseydik demeyi çok isterdim. Zira benim ve pek çok insanın gözlemi, hem eğlence hem de kültür-sanat alanında eksenin Kadıköy’e kaymış olduğu, ki buradan da yayılıyor. Bu kayış sanırım yeni nefes alanları bulma çabasının sonucu. Çünkü kendin-yap-üret-işlet modelinde pek çok mekân ve yayın var. Sadece belki de alışılagelmiş olan sponsorlu, kurum destekli, büyük isimli, hiyerarşik yapılı modeller yok. Bu yüzden görünürlükleri daha farklı, daha alt ağlarla, hızla ve kulaktan kulağa ilerliyor, ki bence bu müthiş bir şey, hem sanatın hem izleyicisinin değişimini gösteriyor bize.”

Anadolu yakasının kendine has program, içerikler üreten, bunu da yine kendine has üretim ve tüketim modelleriyle sunan yeni sakinlerinden biri de Circuit. Yaratıcı aktivizme adanmış olan platformun başlıca hedefi, sosyal değişimi gerçekleştiren kültürden yararlanan küçük ölçekli yaratıcı projeleri desteklemek. Bu destek; fiziksel bir mekân, insan ve malzeme kaynağı sağlamak, tanıtım ve daha geniş bir ağ ile seyirciye erişim konularında yardımcı olmayı içeriyor. Kurum, sürdürülebilirlik ve farkındalıklı yaşama eşsiz bir şekilde bağlı. Yaptığı şeylerle bu değerleri aktarıyor. Sürdürülebilir pratiklerle çalışmasının yanı sıra düzenledikleri etkinliklerle de sosyal ya da çevresel temalara ve konulara değiniyor. 2014 yılında Closet Circuit adı ile Çukurcuma’da kurulan platform, geçtiğimiz aylarda Kadıköy’e Yeldeğirmeni Mahallesi’ndeki yeni mekânına taşındı.

Circuit’e göre şehrin sınırlarının ve yaşam alanlarının gittikçe genişlemesiyle birlikte, kültür ve sanat alanları da merkezden yayılmaya, demokratikleşmeye, kıta değiştirmeye başladı. Bu noktada platform, kendisine belirli bir süre için verilmiş bir mekânın kullanım süresi dolduğunda, yeni mekân arayışında bu merkezden yayılma ve demokratikleşme konularına kafa yorarken kendisini Anadolu yakasında buldu. Platformun kurucuları Anadolu yakasının yaptıkları şeylere çeşitli açılardan daha uygun olduğunu düşündüklerini ifade ediyor: “Avrupa yakası açıkçası çok vahşi ve kiralar, bizim gibi sürdürebilirliği savunan, bu bağlamda şehrin sakinleriyle tanışıp kolektif ve yaratıcı bir şekilde projeler geliştirmeye çalışan bir mekân için fazlasıyla yüksek. Eski mekanımızın yer aldığı Çukurcuma’ya bu yakada denk geldiğine inandığımız ve çok sevdiğimiz Kadıköy, Yeldeğirmeni özellikle son yıllarda daha çok sanatçı atölyesi ve kolektif üretim alanına ev sahipliği yapmaya başladı. Bölgenin bu anlamda gelişimini sürdüreceği aşikar ve bizler de kültür-sanat alanlarının -şehrin genişleme hızıyla yarışamayacak şekilde de olsa- artması nedeniyle oldukça mutluyuz.”

Anadolu yakasının bir süredir işleriyle konuşulan sakinlerinden biri olan TOZ da bu ay kapanma kararı aldı. Sanatçılar Ece Eldek, Elvan Ekren, Sinem Dişli ve Volkan Kızıltunç tarafından kurulan ve yönetilen TOZ Artist Run Space, özellikle son iki yıldır Yeldeğirmeni çevresinde gelişen bağımsız sanat inisiyatifleri ve sanatçı atölyelerinin içinde önemli bir role sahipti. TOZ’un kurucularından Volkan Kızıltunç, Anadolu yakasında yer alan bağımsız mekânların, bu alanda gelişimi ve görünürlüğü önemli ölçüde etkilediğini, ancak buraya yapılan kurumsal ve ticari yatırımların yetersiz olduğunu belirtiyor: “Özellikle Kadıköy bölgesinde oldukça fazla sayıda sanatçı atölyesi var ve her geçen gün de artıyor. Burada çağdaş sanat üretiliyor. Sanatçı inisiyatifleri ve bağımsız sanat mekânları sayesinde de sergileniyor. Sorun, bu sergilerin ticari galeriler kadar basında yer alamaması sebebiyle görünürlüklerinin az olması. Bağımsız mekânlara örnek olarak halka sanat projesi, Kargart, Torna, Asfalt, Bina, Tasarım Bakkalı ve benim de kurucularından olduğum ve ekim ayında kapattığımız TOZ Artist Run Space’i sayabiliriz. Ayrıca yeni oluşumlar da var. En son Elvan Ekren ve ben Yeldeğirmeni’nde NOKS Bağımsız Sanat Alanı’nı kurduk. Kasımdan itibaren de etkinlik programımıza başlayacağız.” Kızıltunç, bu noktada yetersiz verilerin ve bilgilerin sektörde yapılacak yatırımlarla ilgili önemli bir sorun olduğunu da söylüyor: “Anadolu yakasında özel sektöre ait bir yatırım söz konusu değil; bunun büyük bir yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu sadece geçmişten gelen ve sürdürülmesinde geçerli bir sebebi olmayan bir tutum. Çünkü eğer galeriler koleksiyonerlere daha yakın olmak isterler diye bir argüman varsa, elimizde Anadolu yakasında yeterli koleksiyoner yok gibi bir istatistik mi var?”

Kültür-sanat üretimi Anadolu yakasında

Uzun zamandır Anadolu yakasını mesken tutan, kültür-sanatın her alanında işler üreten Bant Mag. ekibi; dergiden konsere, sergiden festivale uzanan tüm içeriklerinde Anadolu yakasını merkez üssü olarak konumlandırıyor. Bant Mag. ekibi Beyoğlu ve civarında dönen kültür-sanat hayatının İstanbul ölçeğinde bir şehir için sağlıklı olmadığını düşünüyor. Her ne kadar kendileri Kadıköy’de birçok etkinliğe ev sahipliği yapsalar da Kadıköy’ün daha çok yol kat etmesi gerektiğini söylüyorlar. “Kültür dünyasının şehre daha fazla yayılması gerekirdi. Biz de biraz bundan rahatsız olarak Babylon, Salon ve benzeri mekânlarda gerçekleştirdiğimiz etkinliklerin benzerlerini ufak ölçeklerde Kadıköy’de de yapmaya başladık. 10 yıl önce Kadıköy’de pazar akşamları konser düzenlemeye başladığımızda karşıda yaşayan müzikseverler Kadıköy’e gelmeye başladılar. Birçoğu hayatlarında ilk defa Kadıköy’e geliyordu! Elbette, müzik ve gece hayatı ayrı, sanat dünyasına ayrı bakmak lazım. Kadıköy’ün bu konuda hâlâ kat edeceği yol var. En azından sanat merkezleri, galeriler ve alıcılar konusunda. İşin bu kısmı biraz daha zaman gerektirecek.” Ekip, aynı zamanda Kadıköy’ün ve daha büyük ölçekte Anadolu yakasının kültür-sanat alanında tüketimden çok ‘üretim’ ile anıldığını ve bunun da doğru olduğunu söylüyor: “Anadolu yakası bu aks içerisinde üreten yani ‘besleyen’ rolünde diye düşünüyoruz. Bu anlamda çok önemli bir rolü var. Avrupa’nın Kadıköy’ü keşfettiği, Beyoğlu’nun da bir düşüş yaşadığı doğrudur. Ama bunlar hep döngüler, 10 yıl sonra yoğunluğun yine Beyoğlu’na kaydığını rahatlıkla görebiliriz. Ama Kadıköy her zaman üreten, besleyen kitlenin yaşadığı, takıldığı, ürettiği ve paylaştığı önemli bir yer olacak- tır. Bu ‘60’lardan günümüze devam eden, önemli bir gelenek ve Bant Mag. olarak bunun bir parçası olmaktan da çok mutluyuz.”

Şehrin sınırlarının ve yaşam alanlarının gittikçe genişlemesiyle birlikte, kültür-sanat alanları da merkezden yayılmaya, demokratikleşmeye ve kıta değiştirmeye başladı. Ana- dolu yakası son yedi yıldır sivrilmeye ve Avrupa yakasından rol çalmaya başladı. Ancak Anadolu yakasındaki kültür-sanat üretimine, bunun tüketim mekanizmalarına yansımasına, kültür-sanat alanında faaliyet yürüten fiziksel mekanların görüşlerine baktığımızda; ortaya analiz etmesi, anlaması, anlatması ve yorumlaması güç bir tablo çıkıyor.

Kültür-sanat üretim ve tüketiminin Beyoğlu-Şişli aksından Kadıköy’e kayması bir tesadüf değil, ancak Anadolu yakası da Kadıköy’den ibaret değil. Bu durum, Anadolu yakası ve kültür-sanat ilişkisiyle ilgili bir yazı yazma konusunda bizi ikircikli bir duruma sokuyor.